Beşeriyetin en büyük değerlerinin başına ‘BARIŞ’ kelimesini yazarsak, herhalde diğer  kelime ve sözcüklere haksızlık etmiş olmayız…

İnsanlık var oluşundan günümüze kadar, Havaya, Suya, Toprağa ne kadar ihtiyaç duymuşsa, Barışı da o kadar istemiştir, ihtiyaç duymuştur…

Barış’ı yaşamsal bir ihtiyaç haline getiren nedir? Güçlü ve Hukuk tanımazların doymak bilmeyen maddi ve manevi talepleri ve taleplerine erişmek için araç olarak kullandıkları iğrenç ‘SAVAŞ’ oyunlarıdır…

Doğal günlük yaşamın içinde de savaş vardır. Doğadaki bu savaş günlük ihtiyaçlar çerçevesinde biterken, insanoğlunun mülkiyet, Egemenlik ve Emperyal tutkuları her türlü kirli savaşı yaşamın bir sahnesi haline dönüştürmüş, kendi başına altından kalkamayacağı gailelerle de uğraşmak zorunda kalmıştır. İnsanlığın Savaştan elde ettiği tek ürün ise, ölüm, kan, gözyaşı ve yoksulluk olmuştur. Ne yazık ki insanlık bunları bile bile, savaşların önlenmesi doğrultusunda, hâlâ inandırıcı adım atmakta istekli görünmemektedir…

Savaşın varlığını sürdüren sebeplerden biri de, Dinsel inançlardaki farklılıklar ve bu farklılıkların bireyler ve kitleler üzerindeki silinmesi zor etkileridir. Nedendir bilinmez: bütün semavi Dinlerin çıkış noktası aynı bölgedir ve liderleri de nerdeyse yakın kan bağına sahiptirler. Temelde aynı, gösterdikleri yol ve amaç aynı olmasına karşın, aralarındaki çekişme hiç bitmemiştir ve elan devam etmektedir. Karşılıklı savaş hâlinde oldukları gibi, Mezhep farklılıkları dolayısıyla kendi içlerinde de savaş halindedirler…

Geri kalmış ve dinsel bağnazlığa boğulmuş bölgemiz halkları ve onların despot yöneticileri birbirlerinin boğazlarını sıka dursunlar, sömürgeci Emperyalistler bu kavgalardan nasıl çıkar sağlarız düşüncelerini hayata geçiriyorlar. Ağızlarına sakız ettikleri Barış, Demokrasi, Hukuk ve İnsan Hakları gibi değerler, ürettikleri savaş makinelerinin mermilerinin akıttığı kanda değer yitiriyor, kayboluyor…

Türkiye, dış kaynaklı Emperyal çıkar çatışmalarının, dinsel ve etnik temelli terörün ve her türlü düşmanlığın hayat bulduğu savaş merasının tam göbeğinde yer alıyor. Bu konumu, ülkemizi Osmanlı’nın son yüzyılından beri çatışmaların, Terörün ve Savaşların etkisi altında bırakmış, ülkenin ve toplumumuzun kalkınması önüne çeşitli engeller koymuştur… Son kırk yılda, zincirleme gelen Ermeni ve Kürt terörünün etkisinde kalan ülkemiz, çoğu artı değerlerini ve gelişme hızını kaybetmiştir. En büyük zararı da Kürt kökenli yurttaşlarımız görmekte, çoğu doğup büyüdüğü ve sahip oldukları toprakları terk etmek zorunda kalmaktadır…

Terörü kendisine dayanak yapan, ayrılıkçılığı kendisine ilke edinen PKK kökenli HDP eş başkanı, Suriye topraklarındaki Ayn El Arap (Kobani) şehrine IŞİD militanlarınca saldırılması sonucu, Türkiye’nin Kürt Militanlara yardım etmesini istiyor. Ancak Türkiye’nin Birleşmiş Milletler kararı olmadan müdahale edemeyeceğini bildirmesi üzerine halkı sokağa çıkmaya, bir yerde terör eylemlerine davet etmiş, bu davet üzerine ülkenin çeşitli yörelerinde Kırk civarında yurttaşımız katledilmiştir. Bu faturayı HDP, Selâhattin Demirtaş, PKK ve sokak cellatları ödemek zorundadırlar… Öldürülenler gitti, ama yöneticilerimiz çark ederek Kobani’ye yol açtı. Öldürenlerle, ölenlerin ailelerini nasıl barıştıracaksınız?

İktidar desteğinde Dinsel özellikler taşıtan bir Devlet ve toplum yapısı içinde, inanç farklılıkları dolayısıyla kitleler Arasında aşılmaz duvarlar örülmüşken, ayrışan bu insanları nasıl yakınlaştıracak, nasıl barıştıracaksınız?

Doğal haklarını isteyen yurttaşların üzerine Gaz, Toma, Cop ve kelepçeyle giderseniz, Devletle yurttaşı nasıl barıştıracaksınız?

Sadece bu değil, Türkiye’de Hak, Hukuk; Eşitlik, Özgürlük, paylaşım gibi kavramlar epeyce aşınmış, yok olma sınırına gelmiştir. Milletvekili olmuş bir Emekli aylık yirmi bin liranın üzerinde maaş alırken, ortalama Bin İki Yüz-Bin Sekiz Yüz bandında maaş alan milyonlarca emekliyi, sefalete bile yetmeyen asgari ücretliyi nasıl barıştıracaksınız?

Barışı tesis etmekte baş görev ülkeyi yönetenlere düşüyor. Öncelikle Siyasetin dili değişmeli, doğrular ve toplumsal yararlar üzerine şekillenmelidir.

Yalan, aldatma, sahte algı yöntemleri siyasetin yöntemi olarak kullanılmamalıdır.

Ülkeyi yönetenler, Devleti yurttaşın siyasi düşünceleri karşısında tarafsız duruma getirmeli, yandaşlıklar yaratmaktan kaçınılmalıdır.

Başkasına zarar vermeyen, tüm İnsani hakların ve özgürlüklerin önünün açılması ve yasaklamalardan kaçınılması Devletin şartı olmalıdır.

Hayatın tüm alanlarında, Hukuk, Adalet, eşitlik Devlet ve toplum hayatında yaşam biçimine dönüştürülmelidir.

Bilinmeli ki. Adaletin, Eşitliğin olmadığı yerde huzur, huzurun olmadığı yerde de barış olmaz!