Küçücük bir çocuk olduğum içindi belki de, boyumun ancak yarısına gelen o gri sobanın öyle kocaman bir canavar gibi görünmesi. Ya da elimi sobaya dokunmamayı o soba bana öğrettiği için. Bastırılmış duygularımı bastırmış da, bir kibrit çöpüyle tutuşturmuş sonra vermiştim ateşe. Hayır kibritle oynamadım... Hayır kardeşimi kıskanmıyorum... Hayır annem hastaneye yattığı için üzülmüyorum.. Hayır beni o sobanın yanında, benden üç yaş büyük erkek kuzenimin önünde çırılçıplak yıkadığınız için utanmıyor ve ağlamıyorum. Hayır geceleri yatağımı da ıslatmıyorum. Yürüyorum sokaklarda, ellerim çocukluğumun ceplerinde. Dönüp arkamdan gelen sesi arıyorum. Kimse yok. Freud konuşuyor kulaklarımın dibinde. Gülümsediğini hissediyorum ve bilgelikle, "İşte dediğim gibi; ifade edilmemiş duygular asla ölmez, sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde ortaya çıkar," diyor. Ben de sanki bunu daha o yaşta biliyor gibi, gömmeden ateşe atmış, yakmış ve kül etmişim duygularımı da, sabah sobayı temizleyen annem, küllerin arısından kor halindeki soluk kırmızı kalpleri ayırıyor. Küçük ve büyük küplerimiz var. Bebeğim Ayşe ile oynarken gözüm anneme takılıyor. Annem de bir şeyler bastırıyor, bastırıyor küplere, soruyorum: "Anne, ne yapıyorsun?" "Bastırılmış duygulardan turşu," diyor. Bastırdıklarının üzerine de tuzlu su hazırlıyor. Teyzem yün yumakları ve 3 numara şişiyle divanda oturmuş, kısmet motifleri örüyor. Anneme yardım etmek için kalkarken bana, "Yapma teyzem öyle a, kızlar bacaklarını öyle sallamaz, çok ayıp," diyor. Bacaklarımı birbirine bastırıyorum, teyzem bastırılmış duygu yumaklarını örgü çantasına.
Şeyda KOÇ