Ansıdıkça kederlendiğim, kederlendikçe iktidarın öğüten kirli çarklarında gözyaşlarımı yitirdiğim ve herkes adına kendini beğenmiş biçimde konuşan insanları tekrar ve tekrar gözden geçirmeme neden olan oldukça travmatik bir gece var geçmiş yıllarda.

Ahmet Kaya’nın Kürtçe bir şarkıya klip çekeceğini söylediği için hunharca eleştirildiği, eleştirinin dozunu linçe kadar sürüyen korkunçlar ötesi bir gece. Şimdi bakıyorum da, o günden bugüne ne kadar zaman geçmiş? Kaç yıl? Şimdi devletin Kürtçe yayın yapan bir kanalı dahi var. O zaman bu son derece yargılanan bir yüzleşmeydi sanıyorum ki! Oysa kendi adıma söylemem gerekirse, insanların hiçbir dille herhangi bir derdinin olmaması nasıl da mutlu ederdi herkesi. Eder herkesi.

Konumuza dönelim biz: O korkunç geceye.

   Beni insanlığımdan utandıran, yok etme arzusunun çıldırtıcı bir tavırla insanlığın çok çok üzerine çıktığı, insanlığın üzerinde tepindiği yaşanmaması gereken, son derece yanlış o geceye.

   Geceye dair görüntüleri seyrettikçe Ahmet Kaya’nın alkışlanan bir sanatçıdan, yuhalanan, çatal kaşık fırlatılan birine dönüştüğünü ve belki de ilk kez o gece onuruyla oynanan Onuncu Yıl Marşı’nın alet edildiği bir gözü dönmüşlükle nasıl da yok edilmeye çalışıldığını görüyorum ve utanıyorum bu durumdan.

Milyonlarca insan için özel bir marşın, linç içgüdüsünü durduramayan oldukça yetersiz bir insan tarafından kullanılarak, söylenerek son derece Kafkaesk bir ortama çevrilmiş bir gecede bir insanı yerle yeksan etmeye, yok etmeye, dahası atılan çatallar, bıçaklar, belki şarap kadehleri, su şişeleriyle beraber o kişiyi öldürmeye yaklaşmak kimsenin aklının kabul edebileceği bir gerçek değil çünkü. Aklının etse, vicdanının asla ve asla kabul etmeyeceği, etmemesi gereken bir gerçek…

Kaldı ki bu olayın üzerinden çok zaman geçmesine ama halen unutulmamış olmasına karşın bir iktidarın bu linç gerçeğini politik bir araca dönüştürerek kitlelere sunması, kuşkusuz ki şirazesi kaymış bir politikaya işaret ediyor. İnsan böylesi bir kötülük karşısında ne yapabileceğini bilemiyor. Kötülüğün gerçekleştiği bir geceyi, bir başka biçimde yepyeni bir kötülüğe dönüştürmek düpedüz bir ruhsuzluğun yansıması olmalı çünkü. Başka açıklama bulamıyorum. İnsan bunu fark ettiğinde de durup şöyle düşünüyor: Bundan daha kötüsü de olabilir mi? Daha ne kadar ileri gidebilir iktidar?

   Şimdiden, belki biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerden birinde Ahmet Kaya’ya Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesi durumuna kadar ileri gidildi. Alay eder gibi, kuşku götürmez bir gerçekle inandığım son derece politik bir oyunun gerçekleştirilmesi gereken durumu olarak bu ödülün verildiğine inanıyorum. Yoksa bu toprakların şimdiki iktidarın şakşakçısı durumundaki ünlüleri tarafından rezilce, utanmazca gecesi piç edilmiş bir sanatçısına bugünlerde böyle bir ödül vermek, son derece kuşku uyandırıcı bir durum olmaktan öteye geçebilir mi?

   Dahası Başbakan’ın geçen gün dediği gibi Gezi Parkı direnişinin bu geceyle birlikte anılması, suçluların bu direnişçilerden oluştuğunun iddia edilmesi dahi son derece yetersiz bir espri gibi görünüyor insanın gözüne. Zira başka bir açıklaması yok bunun, yok. Sanıyorum şimdi bir kez daha sormam gerekiyor soruyu: İktidar, bir sonraki aşamasında ne kadar ileri gidecek?