'...Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı;
duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin,
yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.
Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor.
Kendisine bir ülkü edinen çok az.
Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor:
"Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?"
Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl  sonraki geleceğini 
kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor.
Herkes kendini düşünüyor.
Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse
açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor...'
Yukarıdaki paragraf günümüzden tam 148 yıl önce yayınlanan, Budala romanından.
Yazarı da öleli 135 yıl olmuş. Ne tutuklayabilirsiniz, ne de yargılayabilirsiniz. 
Ancak kitaplarını yasaklar, okurlarını hain, metni/kitabı konu edenleri de: Casuslukla, Terör Örgütü Mensubu olmakla ya da Terör Örgütüne Yardım Yataklıkla  suçlayabilirsiniz!
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski bu Roman'ındaki; sıradan olmayan, çalışarak kazanan, ülküsü olan, düşünen, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendine dert edinen, kapmayan, çalmayan, açları da dert edinen Kahramanı Prens Lev Nikolayeviç Mişkin'e sıfat/ünvan da veriyor: BUDALA
Tıpkı 'Kral Çıplak!' diye haykıranlara 'DELİ' denilmesi gibi.
Bu günün Türkiye'sine dair de bir tespit var, paylaşmak istediğim:
'Erdoğan’ın ülkeye verdiği en ağır hasar' başlığıyla, 17/04/2016 günü Diken 'de yazdı, saygıdeğer Levent Gültekin:
'...Gelgelelim, Erdoğan’ın, ülkeyi bütünüyle çürütecek bir yanlışı var.
O da şu: İtaati ülkede geçerli tek değer yaptı.
İtaat esas olunca
düşünen, sorgulayan, itiraz eden, eleştiren
aklı başında, kişilik sahibi ne kadar insan varsa hepsi geri plana itildi.
Erdoğan
bilim insanlarını, aydınları, yazarları, işinin ehli herkes etkisizleştirdi.
Her alanda, her kademede iyi yetişmiş;
sözü olan,
düşünen,
üreten ve bundan dolayı da karakter ve kişilik kazanmış
herkesi uzaklaştırdı.
Haysiyetli insanları, 
'Ya itaat et ya da makamı terk et’ tercihine zorlayarak
ülkeye katkı sundukları mevkilerden
uzaklaşmak mecburiyetinde bıraktı.
...
Bu insanların yerine,
 toplumun en alt tabakasındaki karaktersiz,
kişiliksiz insanlar her alanda en yukarılara çıktı.
Seviyesizlik. Kişiliksizlik, utanmazlık muteber insan sayılmanın kriteri oldu.
Fikri, düşüncesi, sözü olmayan,
koşulsuz itaat gibi utanç verici bir davranış sergilemekten zerre kadar çekinmeyen
ne kadar sefil ruhlu insan varsa ülkede söz sahibi oldu.
Liyakatin yerini itaat aldı.
Partide, Meclis’te, bürokraside,
yargıda, üniversitede, medyada,
sivil toplumda, iş dünyasında, sanat camiasında, spor dünyasında…
aklınıza gelecek her alanda bu türden kimseler etki gücü kazandı.
Adeta ülkeyi istila ettiler.
Yaşamımız, emniyetimiz,
çocuklarımızın geleceği
artık bu türden köle ruhlu insanların elinde.
Onların sözleri,
onların davranışları, onların yaklaşımları her alanda belirleyici.
...
...
Tek bir adamın sözünün üstüne söz söylenmeyen bir ülkede
nasıl insan kalınabilir, nefes alınabilir ki?
...
...
Erdoğan’ın açtığı uçuruma,
onunla birlikte hepimiz düşüyoruz.'
1,5 asır evvelinden ve daha bir kaç gün öncesinden; bizlere seslenen iki kişiyi ve beni; bu yazıda buluşturan duruma ve kişiye ne kadar teşekkür(!) etsek hakkını ödeyemeyiz!
Hasıl-ı kelam: Uçmuyoruz!
     şü
          yo
              ruz!