Ara sıra ağır yazılar yazacağız Tıpkı bu günkü gibi. Çünkü geçtiğimiz zaman süreci acı ve ağır bir zaman sürecidir. Anayasa’mızda var olan ( Anayasa Madde 25, 26 ve 28) ancak hayatta hiç olmayan iki şey. Düşünce Özgürlüğü ve düşünceyi yayma özgürlüğü

1965 Mart ayına gidelim. Vedat Günyol+ Sabahattin Eyüboğlu+ Azra Erhat birlikte Yeni Ufuklar Dergisini yayınlıyorlar. Ve Türkiye’miz aydınlatılıyor. Bu satırların yazarı da naçizane derginin abonesi ve aydınlananlarından biridir.

 O sayının baş yazısını Prof. Dr. Sabahattin Eyüboğlu yazmış. Baş yazının başlığı ise şöyledir. Düşünce Özgürlüğü. Bu yazıyı birlikte satır satır değil ama satırları seçe seçe okuyalım:

Özgür düşünce; bütün kalıpları, altından da olsa bütün kafesleri ve bütün yasakları yıkan düşüncedir.

Ne var ki, insan kasapları ile savaşan ve yarın bu kasapların kökünü kurutabilecek olan tek güç aynı Batı’nın düşünce özgürlüğüdür. Sömürücülerin, Tanrı’dan, Kiliseden diktatörden daha çok özgür düşünceden korkmaları işte bundandır.

Buna karşılık yalnız kendi aklını beğenen de özgür düşünüyor  sayılmaz. Nasıl sayılsın ki; Özgür düşünce bütün akıllara baş vuran, kendini beğenmeyen durmadan gelişen bir düşüncedir.

Sabahattin Eyüboğlu bu tarihi yazısına Atatürk’ün Adalet bakanı Sayın Mahmut Esat Bozkurt’un şu sözünü de eklemiştir.

“ Fikrin en tehlikelisi gizli kalanıdır. Her hangi bir fikri açıkça ortaya koymak ve eleştirmek eğer muzır ise onu önleyecek çarelerin başında en başında fikir özgürlüğü gelir.”

Bu sayfanın yanına mürekkep kalemi ile şu notu düşmüşüm. Düşünülebilen en güzel özgürlük şüphesiz düşünce özgürlüğüdür. Tüm insanlık kurbanlarının bu uğurda verilmiş olması sözlerimin doğruluğunun kanıtıdır.

1965 Türkiye’si işte budur. Bu günden iler demiyiz yoksa geride miyiz. 1965 tarihinde bir ABD doları 13 TL idi bu gün ise  6.857.000 TL dir. Varın siz karar verin ilerde miyiz geriler demiyiz.

Gelelim güncel acı bir konumuza. Üç gazetecimiz tahliye oldu 4 ü içerde kaldır. Önce içerde kalanları sonra da tahliye olanları yazalım. Türk milleti bu kahramanlarını unutmasın. Önce içerde kalanlar:  Barış Pehlivan. Hülya Kılınç ve Murat Ağırel. Ve Oda TV davasından bağımsız yargılanan  Müyesser Yıldız. Tahliye olanlar ise  Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın keser. Türkiye’de 1950 yılına gelinceye kadar mahkeme kararları hakkında yazı yazmak eleştirmek pek görülmüş değildi. Biz de bu geleneğe uyalım. Uyalım ama “ O baş anarşist var ya o baş anarşist. Galileo bize tersini öğütlemektedir. “Dünya dönüyor nasıl dönmüyor diyeyim.”

Türk Ceza Kanununa göre suçun iki unsuru vardır. Manevi unsur maddi unsur. Manevi unsur eylemim suç işlemek kastı ile yapılmasıdır. Tabancayı hasmı vurmak üzere belinden çıkarmak ve ateşlemektir. Maddi unsur ise fiilin icara edilmesidir. Yazı ile ilgili bir suç için de bu kurallar geçerlidir.

Hiç kimse yazısını:

-silahlı terör örgütü propagandası yapmak,

- Kamu görevlisine hakaret etmek, 

-Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni alenen aşağılamak,  

-ve halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek

- Devletin gizli kalması gereken bilgilerini açığa dökmek vs. Amaçları ile yazmaz. Bu amaçla haber yapmaz. O halde bunların kasti mahsusa yapıldığı ispatlanmadan suç meydana gelmez.  Tahliye edilenlerde de bu suç oluşmaz. Tahliye olmayanlarda da bu suçun manevi unsuru eksik kalır. Hele hele 8 yıl 6 hapis cezası alan bir meslektaşımız ( CHP İstanbul İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu) için  bu suçun manevi unsuru olmadığından böyle bir suç oluşmaz. Bu konular Anayasamızın 25.  26. Ve 28. maddelerinin teminatı altında olup bu ve benzeri normal hayat olaylarının TCK kapsamında ele alınması doğru değildir.