28 Ekimde Ermenek’te yaşanan maden ocağı faciasını üzüntü içerisinde takip ettik. Aynı gün çeşitli nedenlerle gidemedim fakat aklım oradaydı. Gözümle görmeden gelen bilgilere inanamıyordum. Dün sabah (29 Ekim) erkenden yola çıktım. Bir kaç gençle birlikte.

 Ermenek’e yaklaşık 10 km mesafede başlamıştı polis barikat ve kontrolleri. Yol boyunca çok sayıda polis ve çevik kuvvet taşıyan otobüsler vardı. Gençlerin geçişine izin vermediler. Benim basın kartım olduğu için yalnız gidebilirsiniz dediler. İleriden bir yerden gençleri almamdan endişe ettiklerini söyleyerek aracımın plakasını alıp diğer kontrol noktalarına bildirdiler.

 Ermenek, Güneyyurt ve maden ocağı yoluna kadar neredeyse 10-12 noktada kontrolden geçtim. Güneyyurttan ocağa gitmek için polis barikatında bekleyen madenci yakını 3 kadını da yanıma verdiler. Kadınlarla yol boyunca sohbet ettik. Maden ocağı yolunu ise tamamen kapamışlar, araç geçişine izin vermiyorlardı. Aracımı uygun bir yere park edip yürüyerek devam ettik. Basın kartıma burada itiraz ettiler fakat kısa bir konuşma sonrası geçişimize izin verdiler. Halktan sadece madencilerin 1. Derece yakınlarına izin veriliyor, hala, amca, dayı, teyze gibi akraba ve komşulara izin verilmiyordu.

 Ocağa vardık. İki çadır kurulmuş. Biri işçi yakınları için, diğeri yemek çadırı. Ocağa çıkış yasak, polisler duvar örmüşler. Tepelerde 2-3 metre ara ile nişancılar yerleştirilmiş. Gözünüzün gördüğü her yerde güvenlik güçleri ve takım elbiseli kamu görevlileri var. Adana’dan gelen bir polise kaç kişi geldiklerini sordum. Sadece Adana’dan 200 kişi geldiklerini söyledi. Karaman, Konya, Mersin, Hatay, Ankara ve İstanbul’dan gelenler var. Yani yol boyunca ve ocak çevresinde toplam 2 binden fazla polis ve buna ilaveten jandarma mevcuttu. Madenci yakınları sadece çadırın içinde ve etrafında yaklaşık 100 kişi kadar. Basın ise alana sokulmuyor. Çadırların arka tarafında bir yerde çekim yapabiliyor. Halk ile konuşamıyor. Yetkilere ulaşamıyor. TV de gördükleriniz ise ayrıcalıklı ya da öncesinde yapılan çekimler! Manzarayı sanırım gözünüzün önüne getirebildiniz.

 Yetkililer ile konuştum. Ocakta su tahliyesi, tahliye pompasının suyun çamurlu olduğundan tıkanıp arıza yapması sonucu, çalışma zaman, zaman kesintiye uğruyor. Kurtarma çalışmaları için gelen dalgıçlar ise madene girememişler. Su çamurlu ve bulanık mış!

Su tahliyesi yapılan boruları 4-5 cm çapında. Ben oradayken 10 cm çapında borular geldi. Ahtapot aracı gelirken kaza yaptığından çalışmalara katılamadı. Kısaca su tahliyesi yeterli düzeyde olmadığı ve atılan su ile madene gelen su debisi farkından ocakta su seviyesinin düşürülemediği açık. Yetkiler de bunu doğruluyor. Hatta bazı madeni bilen kişiler su seviyesinin tahliyeye rağmen yükselmeye devam ettiğini söylediler.

 Madencilerden alınan bilgi; ocağın kısa bir süre önce açıldığı. Ocağın yakınlarında daha önce aynı şirkete ait başka ocakların olduğu ve bu ocakların kapandığı. Ancak kapanan ocaklar kapatma koşullarının yani toprak altında kömürün çıkarılıp boşalan yerlerin bir takım çalışmalar yapılması, gerekli noktaların doldurulması. Bu madenlerin içine dolan yer altı suyunun da basınçla yakın olan, kazanın yaşandığı madene gelmiş olabileceği. Ayrıca su sızıntısının birkaç gün öncesinde başladığı fakat bunun önemsenmediği ve çalışmaya devam edildiği!

 Madenciler ve yakınları ayrıca son çıkan torba yasanın kendilerine yanlış anlatıldığını da söylediler. “Biz bu yasa ile maden ocaklarında çalışma koşullarının iyileşeceğini ve haklarımızın korunacağını sandık. Öyle olmadığını madende çalışmaya başlayınca anladık. Eskiden servislerle götürülür, öğle yemeğimizi dışarıda yer ve bu masrafları şirket karşılardı. Şimdi kendi imkanlarımızla gidiyoruz madene, yemeğimizi evden getiriyoruz ve üstelik zaman kaybı olmasın diye yemeğimizi maden de yiyoruz. 8 saat madenden dışarı çıkmamız yasak. Tuvalet ihtiyacımız için bile çıkamayız. Çıkanın yövmiyesi kesilir. Çok acil çıkma ihtiyacımızda yanımıza aldığımız poşetlere ihtiyacımızı görüyoruz. Yani köle gibi çalıştırılıyoruz. Üstelik maaşlarımızda eskisinden daha az. Hiçbir eğitime tabi tutulmuyoruz. Çalışmak isteyen ertesi günü madene girer. Yaşam odalarını ve maskelerimizi soruyorsunuz. Onlar ne ki? Biz bilmiyoruz. Verilen maskeler zaten eski kullanılmış maskeler. Çalışıp çalışmadığını bile bilmiyoruz. Çalışsa 2 saat ancak yetiyormuş! Madencilikten önce babalarımız tarım yapardı. Şimdi tarım öldü. Yaylalarımıza el koydular. Tarım para etmiyor. Madene mahkumuz!” dediler.

 Madenci annesi de “Bize direnin diyorsunuz. Nasıl direnelim. Evimin önüne ektiğim 8 kök domatesi belediye gelip söktü. Yani kendi yağımla kavrulayım desem yağımı elimden alıyorlar. Oğlumun çocukları var. Maden dışında çalışacak iş yok. Oğlumu göz göre, göre ölüme gönderdiler. Elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz. Bize kaçmış olabilirler, kurtulmuş olabilirler diyorlar. Yalan söylüyorlar. Nere kaçacaklar. İçeride hava mı var, kaçsalar nefes alamadan ne kadar yaşarlar? Bir ölülerimizi bekliyoruz. Diri çıkmayacaklarını biliyoruz” diyor.

 Birkaç genç konuşmamızı bölüp; “abla biliyor musun daha 4 gün önce madeni incelemeye geldiler. Madenin içine girmeden arabayla gelip aşağıdan bakıp gittiler. İki gün kuzular kesildi, gezdirildi, eğlendirildi ve sonra imza atıp gittiler. Gerçekten denetleme yapılmış olsa o saat kapatılırdı maden. Ama bizim canımız ucuz. Onlar para kazanacak, bizim kanımızı akmış umurlarında değil”

Mahsur kalan madencilerden birinin de eşi doğum yaptı kaza gecesi! Bilmediğimiz o madencinin ilk çocuğunu görememiş olması değil sadece. Bu madenci kardeşimizin 5 yıldır çocuğu olmamış. Bu ilk çocuğu ve eşi hamile kaldığı günden beri herkese “bu 9 ay nasıl geçer, beklenmek çok zor! Bir an evvel geçse de çocuğumu kucağıma alsam” demesi benim içimi yakan. Belki de hiçbir zaman çocuğunu sevip koklayamayacak ve eşi bunun acısını hep yaşayacak. Çocuğunun doğduğu gün beklide kocasını kaybettiği gün olacak!

 Vatandaş yönetimden şikayetçi. Fakat ne yapacaklarını bilmiyorlar. “hakkımız aramak için bize yol gösteren yok” diyorlar.

 Soma’daki yaşananlardan farklı değil yaşananlar. “Oy zamanı kapımızı aşındırırlar, sonra kimse bize sahip çıkmaz” diye serzenişte bulunuyorlar. “Oy vermezsek işten atılmakla tehdit ediyorlar. Şimdi siz söyleyin biz ne yapacağız? İki taraftan sıkışıp kaldık. Hiç mi vicdanlı siyasetçi yok? Biz kime güveneceğiz? Kimin peşine düşeceğiz? Kim bize sahip çıkacak? Şimdi burayı dolduranlar Cumhur Başkanı ve Başbakan gelecek diye burada. Onlar gidince biz yalnız kalacağız. Bir şirket, bir biz! Kim yanımızda olacak? Şirkete biz hesap sorarken kim arkamızda duracak? Çok sorunumuz var hepsini kendi başımıza çözeceğiz diye debelenip duruyoruz.”

Bu arada çadırda olay başından beri bekleyen, ağlamaktan ve soğuktan perişan düşmüş insanlar baş ağrısı ile kıvranıyor. Biri çığlık atıyor “Allah rızası için bir ağrı kesici yok mu?” yanıma aldığım ağrı kesiciden veriyorum. Birden etrafım sarılıyor. Herkes ağrı kesici istiyor. Bitince sağlık ekibine gittim. Ağrı kesici istedim. “yok” dediler. Polislerden biri verdi. Hepi topu 4 tane daha. Sağlık ekibine söylenmeye başladım. “Bunca insan ve bunların nelere ihtiyacı olacağı belli. Bir ağrı kesici veremiyorsanız niye buradasın? Neden tedbirli gelinmiyor?” Bunun üzerine ekip başı hekim beni çağırdı ve yanımda birilerini aradı. Şehirden ağrı kesici göndermelerini ve hemşire hanımın bana da 5-6 kutu verip dağıtılması talimatı verdi. 2 saat sonra ağrı kesiciler geldi. Dağıttık!

 Cumhur Başkanı ve Başbakan gelmesine yakın başka madenlerde çalışan işçiler getirildi. Çalışma kıyafetleri ile! Törene hazır bekletildi. Halkın önüne barikat kuruldu. Polis etten duvar ördü. 1. Derece yakınlar harici tek, tek alandan çıkarılmaya çalışıldı. Tüm kamu görevlileri gergin çalışmalar hızlandırılmış, gösteri hazırdı!

İşçiler madende mahsur, yakınları perişan bir bekleyişte!

 Bu manzaraya daha fazla tahammül edemedim. Orada yapabileceğim bir şey olmadığına ve bu gösteriye de sessiz kalamayacağım dan en doğrusunun oradan ayrılmak olduğuna karar verdim. Göreceğimi görmüştüm!

 Ayrılırken Başbakan teşrif ettiler, bizler hemen polislerin müdahalesine maruz kaldık. Kenara çektiler! Onlar geçince izin verdiler. Benimle gelen kadınları Güneyyurta bırakıp ben yoluma devam ettim. Yolda birkaç kez daha durduruldum. Bu kez de Cumhur Başkanı yoldan geçecek diye aracımı kenara çektirip beklettiler. Yol kapatılmış, uçak inmiş, muazzam bir konvoy ve koruma!

 Kim kimden korunacak diye düşünmeden edemedim!

 Üzüntü ve öfke karışımı duygularla Karaman’a döndüm.

Şimdi soruyorum; bu insanlara bu acıları, zulümleri müstahak görenler, onları kimsesiz hissettirenler sadece iktidar mı? Bizim hiç suçumuz yok mu? Neden bizden haberleri yok? Biz söyledik diyorum, onlar biz duymadık diyorlar! Bizim sözlerimiz neden havada kalıyor, onlara ulaşmıyor? Çıkan yasaların içeriğini, yanlışlığını söylüyoruz da bunu onlara duyuramıyoruz? Neden?

 Umarım işçiler bir yolunu bulup hayatta kalmayı başarmışlardır ve çalışmalar hızlanıp kurtarılırlar. Bundan sonra da bir daha böyle olaylar yaşanmaz ve iş cinayetleri son bulur!

 MERİH ÜNVER