Bir sıkıntı olduğu besbelli.

    O kadar belli ki birilerinin öldüğü, başka kimselerin o ölümlerle alay edercesine açıklamalar yaptığı son derece korkunç, ürkütücü, bilinenlerin bilinmeyenlerin ardına itilip saklandığı bir zamanı yaşıyoruz günlerdir.

   Sıkıntı demeyelim de, iç yakan bir gerçek diyelim; daha doğru ve yakışıklı olur sanıyorum.

   Televizyonun önünden geçmeye, gazete sayfalarına göz gezdirmeye ve hatta sosyal medyadaki gönderilere takılıp kalmaya öylesine korkuyorum ki, neredeyse kendimi her şeye kapatacağım. Ama yine de kaçamayacağım. Saklanamayacağım. Bir yerden muhakkak ki fırlayıp, gözümün, GÖZ BEBEĞİMİN tam önüne düşecek ve karşılaşacağım, karşılaştığımda üzüleceğim, içim içimi azılı bir fare gibi kemirecek.

   Bu sebeple, uzak durup görmemeye çalıştığımdan ötürü(görmezden gelmek demiyorum, çünkü görmezden gelinemeyecek kadar sahici, sahih ve son derece ölüm kokan bir gerçek var ortada, orta yerde, düpedüz vuku bulmakta olan), meseleye en dıştan, konudan bağımsız bakmayı başarabiliyorum(başarabiliyorum iddialı mı oldu dersiniz?). Bu yazıyı da bir DIŞ GÖZ olarak yazmayı, yazıp da orada burada okunur kılmayı hem istiyorum hem de istiyorum. İstemelere doyamıyorum, yani.

   Kalbimi, vicdanımı yanıma alıp, en derindeki sesini, sesin tınısını da dikkate alıp akmakta olan şu zamana, zamanın içimizi de yakıp dağlayarak, acıtarak, en içimize sürtünüp canımızı yakmasından yola çıkarak bakıyorum meseleye. Gerçeğe, diyelim.

    Şimdi, öncelikle, şunu düşünmek gerekiyor neticede: Söylenmekte olduğu üzere ve iktidar partisinin oy oranına baktığımızda Müslüman bir ülke olarak niteleniyoruz, değerlendiriyoruz. Fakat bu söylemin, nitelemenin hakikatte değeri var mı; mühim soru bu. Zira benim bildiğim, öğrendiğim, bunca yıl kalbime öğrettiğim ders Müslüman olmaktan “önce” İNSAN olma, İNSAN GİBİ düşünebilme becerisini kazanabilmek(zaten din bunu öğütlemiyor mu?). Bunda başarılı olup olamadığımı zaman, yaşantım ve sonraki yaşantım gösterecek. Değerlendirecek. Ama Müslümanlığına vurgu yapan bir topluluğun içinde, yanında, yakınında sürmekte olan cinayetlere bir şekilde en azından insan olma penceresinden bakılabilir; buna inanıyorum. Bakılmalıdır. Öldürülenlere, ölenlere küfretmek, ölümler üzerinden nefretini kanıtlamak dışında da üzülmek, bunu engellemeye çalışmak başarılabilir, her nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin Müslüman sıfatına yakın bir duruş sergilenebilir. Sergilenmelidir. Bu insan olmanın en temel gereksinimi, en kati kuralıdır; benim lügatımda.

   Sorun, buradan doğup yayılıyor çünkü.

   Megafonla dahi bağırılan, çığırılan, çığırtkanlığı yapılan Müslüman tanımının kenarından bile geçilmeyerek yapılıyor.

   Bunun için haber seyretmeye, televizyon başında durmaya, gazete okumaya, olayın nasıl geliştiğine bakmaya gerek yok nihayetinde. Sokağa çıkmak kâfi geliyor.

   Çünkü her şey tam da şu noktada cevabını buluyor: “Öldürüyor ama işkence yapmıyor” denilerek.

   Ve sanırım bu cevap, her şeyi tepetaklak etmeye yetiyor. İNSANI sarsmayı, hayrete düşürmeyi başarıyor.