Hayatımızda o kadar değişik olaylar oluyor ki, çoğuna şaşıp kalıyorum. Dinlediğin bir melodi, duyduğun bir çift söz, baktığın bir güzel manzara etkiliyor insanı. İçinden yazmak geliyor hemen. Anında kâğıt kalem olası geliyor üzerine giydiğin ceket ve düğmeleri. Sana ayak uydurmak istiyor içindeki dürtüye paralel…
Çoğu anlarımda hep aklıma sıralanan değişik cümleler gelmekte fakat fırsat bulamadığım için kâğıda dökemiyorum. Unutulmaya mahkûm oluyorlar. Bazen küçük bir erkek çocuğunun, yoksul bakışları vuruyor beni can evimden, bazen de bir kız çocuğunun edası, nazı… 
Çoğu zaman insanlar yakalıyor beynimdeki kurguları. Hani savaşma seviş derler ya biz sevişmek yerine savaşmayı yeğleyenler toplumunu oluşturmuşuz. İnsanlar birbirlerine öcü gözüyle bakar olmuş. Düşmanlar sanki birbirlerine. Hayat bu denli kötü mü? Dünyamız bu kadar nefret dolu olmuş olamaz, yanılıyor olmalıyım. Fikrim beni aldatıyor olmalı! Birileri öcü diye bir şey olmadığını tüm dünyaya anlatabilir mi?
Lütfen.
Zor değil!
Zor değildi iyi niyetli olmak. Bana göre aslında her kalpte bir nokta kadarcık da olsa iyilik vardı. O kapkara kalpte beyaz küçücük bir nokta kadardı aşk. Evet aşk. Aşkta nerden çıktı diyebilirsiniz, deyin efendim hakkınız. Âşık olma yaşı günümüzde anaokulları yaşına kadar indiyse; çıkmıştır bir yerden. Bizim o bakmaya, dokunmaya kıyamadığımız aşklar var şimdi sokaklarda. Günübirlik çalışıyorlar, yevmiyeli…
Korkuyorum bazen âşık olmaya. Sevmeye. Zira âşık; özlemeyi özlemeli, yanıp tutuşmalı maşuku görmek için. Gördüğünde bakamamalı nazar değdirmemek için. Ve her aklına geldiğinde bir tebessüm oluşmalı suretinde.
Anlayışlı olunmalı çoğu zaman!
Her işte, her sözde, her muhabbette…  Anlayış bir evin temel direklerinden biri olmalı. Dinlemeyi bilmeli insan. Hani derler ya; âdem insan çok dinler az söz söyler diye. Öyle bir tanıma uymalı insan. Tanımı kendine uydurmamalı. Kendinin insan olduğunu biliyor da karşısındakini insan olarak görmüyor. Bir eşya, bir ağaç, bir taş, ne bileyim insan değil ama! 
İyi niyetleri sandığa kaldırdım bugün. Naftalinledim kokmasın, güveler yemesin diye. Lazım olduğunda belki tekrar kullanabilirim. Belki, bir umut işte... Gardımı almam gerekiyormuş bunca saldırılara karşı. Kalbimi korumalıymışım, erken pes ettiler. Oysa daha çok muhabbetler, sıkı dostluklar kuracak hayalleri vardı. Çaldılar benden. Hem de en çok inandıklarım, güvendiklerim. Duygusaldaşlık kurabileceklerim vardı benim. Arkadaşlarım vardı. Araya krizler girdi. Art niyetler, kıskançlıklar, ego…
Güvenler kırıldı, yerle bir oldu, birleşemez artık eskisi gibi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak da!
Ne demiştim; 
-İyi niyetlerimi sandığa kaldırdım bugün.
Artık zarar görmek istemiyorum ben. Ruhum acı çekmemeli. İnsanlara birilerinin öcü diye bir şey olmadığının gerçekten anlatılmasına ihtiyaç var. Savaş çıkarmanın sadece zarar olacağı da anlatılmalı. Hatta kendinden başka insanların da var olduğu anlatılmalı. Aynaya değil, etraflarına bakmalılar…
Denizlerin maviliğini, ormanların yeşilliğini, güneşin sarısını, balın tadını, güllerin kokusunu ve daha nice güzelliklerin var olduğu gerçeğini kabullenmeliyiz artık. Ve hepsinin birbirinden farkının olduğunu da… Her farkın ayrı bir hoşluğu olduğunu da… Aşkı aşk gibi yaşamayı da öğrenmeli, hoşgörüyü kullanmayı da bilmeliyiz.
Yani hayatta tecahül-i arif(edebiyatta bilip de bilmezden gelme sanatı) yapma vaktimiz kalmamış olabilir. 
Not: Gerçekten iyi niyetlerimi kaldırdım, gardımı aldım. Kırıp da af dilemek isteyenlere tek cevabım var; KIRILAN BARDAK BİR ARAYA GELMEZ! Gelse de aynı işlevi görmez.