Mensubu olduğum inancın kurucusunun, maruz kaldığı baskılar sonucu göçe (Hicrete) zorunlu kalması ve göçün doğurduğu sonuçlar günümüzde bazı sonuçların çıkarılmasına yardımcı olacak dersler içermektedir.

            Göç (Hicret), insanlığın tarih boyu kaderi olmuştur. Kimi zaman savaş nedeniyle, kimi zaman Dinsel nedenlerle, kimi zamanda Ekonomik nedenler dolayısıyla insanlar bir başka yere göç etmişler veya göç etmek zorunda kalmışlardır…

            İnsanlığın en büyük sosyal ayrışmalarının nedenlerinden biri, belki de en belirleyicisi inanç (DİN) farklılıkları olmuştur. Dogmatik düşüncelerin kıskacındaki insanlık, yarıp geçemediği bu baskının altında sadece kendi doğrularını kabullendiğinden, farklılık arayışlarına girdiği her an ve yerde kendini kavganın içinde bulmuştur. Ve sonuç, çoğu kez ölüm veya bulunduğu yeri terkle sonuçlanmıştır…

            Güneş hep Batıya yürüyor; İnsanlık da çoğu zaman batıya yürüyor, göçüyor. Güneş’in batı yürüyüşü, değişmez bir doğa (Tabiat) olayı iken, insanlığın batı yürüyüşü siyasal, sosyolojik ve ekonomik nedenlere dayanıyor…

            Tarih içinde batıdan batıya, batıdan doğuya da yer değiştirmeler, göçler var. Ancak bu gidişlerin tümü zorunlu bir gidiş, mevcut şartlardan kaçış değil, daha geniş olanaklar elde etmek amacı taşıyanlar var. Batıdan Güney Afrika’ya, Hindistan’a, Çin’in bir bölgesine, Avustralya’ya, Yeni Zelanda’ya yapılan gidişler (yer değişmeler) göç veya Hicret değil, yönetmek ve emperyal amaçlar için gerçekleşmiştir…

             İslâm dini semavi dinler içinde son din olması dolayısıyla en gelişkin ve kapsayıcı olduğu bir gerçektir. Ancak kendini yenileme konusunda hayli yavaş kaldığı ve giderek tutuculaştığı, iç anlatıma sıkıştırıldığı yadsınamaz. Daha çok anlatıma ve yol göstericiliğe sahip olmasına rağmen, günlük yaşamda insanları yeteri kadar etkilemediği de bir gerçektir…

            Özellikle Hıristiyanlık Rönesans ve Reform hareketleri ile kişilerin ve toplumların önüne çeşitli açılımlar sunarken, İslâmiyet oldukça tutucu davranarak, kimi Ortaçağ dogmalarına sarılı kalmış, en sosyal din olmasına rağmen, mensuplarının fikirsel ve bilimsel açılımlarının önünde engeller oluşmasını önleyememiştir…

            Engellerin katılığı, Ortaçağın karanlığına ışık tutan İslâm bilgeliği, fikir yapılanması ve sosyalliğinin önüne kimi duvarlar örmüş ve tutuculuğun pençesine düşmesine ve toplumların geri kalmasına neden olmuştur…

            İslâm toplumlarının son yüz yılı acı, savaş, ölüm ve sömürüyle boğuşarak geçmiştir. Tüm zenginliklerini ve insan kaynaklarının büyük bölümünü bu karmaşada yitirirken, emperyal silâh tekellerine akıttıkları zenginliğin hesabı bile tutulamaz…

            İslâm dünyası rahat yaşamayı unutmuş gibidir. Çağımız dünyasında en büyük yer değiştirme ve göç olayı İslâm dünyasında olmaktadır. Üstelik göç kendi içinde değil, neredeyse tümü, tutucu İslâmcıların ‘Kâfir’ olarak niteledikleri Hıristiyan ülkelerine (Küffara) olmaktadır…

            Bu durumda bazı gerçekler ortaya çıkıyor ki, bu gerçekler can yakıyor. Anlaşılıyor ki İslâm toplumlarının yönetimlerinde hatalar var, yanlışlıklar var. Toplumlar gerici Feodal yapıyı aşabilmiş değiller. Egemen kişi ve gurupların baskı ve egemenliği toplumları kuşatmış durumda. Despot, işbirlikçi yönetici ve yönetimler elinde Emperyal ülkelere ucuz işgücü ve Pazar olarak tutuluyorlar. En demokrat kesilen ülkeler, en gerici yönetim ve yöneticilerle işbirliği içinde toplumların tüm zenginliklerini paylaşıyorlar…

            Göç geri çevrilebilir mi? Çevrilebilir. Bu konuda İslâm düşünürlerine, yöneticilerine, Üniversitelerine, sivil toplum kuruluşlarına, sanayicilerine, iş adamlarına büyük görevler düşüyor. Öncelikle İslâmi din akideleri günümüz insanının yaşamına cevap verir nitelikte yorumlanmalıdır. Uhrevi yönü değil, dünyevi yönü, sosyal üstünlükleri, insani değerleri ön plâna çıkarılmalıdır. Cennet ve Cehennem, Günah ile Sevap arasına sıkıştırılarak, korku anaforunda yapılan din yorumu ve yönlendirmelerinden kaçınılmalıdır…

            İslâm ülkeleri yöneticileri Despotizmden ve emperyal işbirliğinden vazgeçmelidir. Üniversiteler fikir ve bilim üretme konusunda daha çok çalışmalı, ekonomik çevreler üretime yönelmeli ve dış mal simsarlığından kaçınmalıdırlar. Toplumlarda Demokrasi talebini yoğunlaştırmalı, iç ve dış baskı guruplarının taleplerine boyun eğmemelidir…

            Halkı sevmeden, insani değerleri önemsemeden, fikir, bilim ve teknoloji üretmeden, sadece baskıyla, insanlara tarın güvencesi vermeden, ölüm ve yoksulluk içinde yaşayan toplumları bir arada tutamazsınız. Kaçar o ülkeden; hem de hiç ummadığınız yerlere. Gideceği yer kâfir yurdu, yardım isteyeceği kâfir olsa da!

                                               &&&

            GÜNCEL: TBMM Araştırma Komisyonu yolsuzluklar konusunda siyasetçilerimizi aklamış ve “Hırsızlık, Yolsuzluk yoktuuur!” demiş.

            İnanmayan ya darbecidir ya da paralelci!