Ayrıldığın yere döndüğünde bıraktığın gibi bulamıyorsun.

   Döndüğün yer, bıraktığın yer olmuyor.

   Yaklaşık bir buçuk hafta süresince şehir dışında, çoğunluk İstanbul’da, nefes molası kadar da Bursa’daydım. Zaman nasıl geçti anlamadım!

   İstanbul’un gece yarısı ışıklarını gördüm, şehrin bir mücevher gibi parladığını iddia eden benzetmelerin haklılığına inandım, denizlerden geçtim, bambaşka şehirlerden geçmiş, bambaşka geçmişlere sahip insanlarla tanıştım, kalabalık sokaklarda dolaştım, şehir krokilerimi kitapçıları merkez alarak zihnime kazıdım, güzel sohbetlerin tadına doyamadım, kalabalık masaların heyecanını yeniden, bir kez daha yaşadım, edebiyatın içinden geçmekle kalmayıp çekirdeğini oluşturan etkinliklere katıldım, zaman geçti ve ben döndüm sonunda.

   Döndüğüm yeri bıraktığım gibi bulmaktan korkarak geldim biraz da.

   Bir şeylerin değişmiş olmasını bekleyerek…

   Hiç olmazsa minicik şeylerin değişmesini…

   O miniklikte, o kalabalık zamanların görünmez gerçeklerinde kendimin de değişmiş, düşüncelerimin kalabalıklaşmış olmasını umarak geldim.

   Ardından şu geldi aklıma: Bırakılan yer dönüldüğünde de aynıysa eğer, değişmiş bir şeyler bulmak gerekiyorsa benim için, kendim neresinde duruyorum bu sabitliğin ya da değişikliğin? Ben değişmiş miydim? Değiştim mi biraz olsun?

   Ve bir şarkı tuttum içimden: Dönmek. Sözler Murathan Mungan’dan. Şarkı, Yeni Türkü…

   Belki aşkın bitmezliğini, bittiğinde de geri dönme isteğini anlatıyordu bu şarkı. Ama o an benim için, dönüp de aynı bulacağım, belki bulamayacağım, belki dönemeyeceğim –o an yoldaydım zira- bütün bir gerçekliği simgeliyordu.

   O simgeler de bana bu seyahatin anılarını hatırlatıp duruyordu.

   Yineliyordu.

   Zihnimde, belleğimde yeniden, sürekli olarak akıp duruyordu.

   Filme dönüşüyordu.

   Bu yüzden şöyle bir şey düşündüm: Bu anıların bir kısmını, yazının adabına ve gazeteye uygun olanları usturuplu biçimde buraya yazmak. Tıpkı bir yapboz gibi, parçaları buraya bırakıp sonunda da karşısına geçmek ve bütüne bakmak... Bir oyun gibi.

   Bu oyunu biraz da beraber oynayacağız.

   Zamanı geçen etkinliklerin, size göre eski ve anlamsız anıların üzerinden geçeceğiz. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nü konuşacağız, Galata’nın arka sokaklarını, hiç bitmeyen ve zamanı yetiştiremediğim Bursa sokaklarını, İstanbul’un sahillerini, İstanbul’da hayranı olduğun bir oyunu, yeni tanışıklıkları konuşacağız. Herkesin alışmış olduğu ve sokaklarda dolaşıp duran çevik kuvvetlerden bahsedeceğiz. Gezi Parkı’nda yürüyeceğiz beraber. Betonun ortasında, o parkta soluk alacağız. Beraber, birlikte.

   Çünkü, köşe, biraz da bunun için var.

   Eskimek üzere olanı diri tutmak için.

   Hem de hep birlikte. Köşe başlığımın hakkını vereceğiz.