11 Mayıs sabahı, evinden gözaltına alındı. 15 Mayıs 2015 sabahından beri tutuklu. 17 Nisan günü, zorla emekli edilen 1776 polisten biriydi.

 

Siirt ve Diyarbakır il emniyet müdürlüğü yaptı.

 

Öncesinde, Emniyet Genel Müdürlüğünün İstihbarat Başkan Vekilliğini dört ay, Başkan Yardımcılığını üç yıl yaptı. Aynı birimde şube müdürü ve emniyet amiri olarak da çalıştı. Başkomiserlik ve komiserlik rütbelerinde de Diyarbakır’daydı.

 

1987’de birlikte mezun olduğumuz Polis Akademi’sine, 1983 ‘de başlamıştık. Lise eğitimimizi de birlikte aldık. 15 yaşında, 1979 yılında girmiştik Polis Koleji’ne.

 

Ranza ve sıra  arkadaşı da olduk. 79017 Recep Güven, 79018 Hakan Kırmacı.

 

Kürt, Türk, Çerkez, Gürcü, Yörük, Tahtacı, Sünnî-Alevî, zengin-fakir, farklı ortamlarda / kültürlerde yetişmiş  yüzlerce çocuk. Eksiksiz anadoluyduk. Mozaiktik yani.

 

O, 50’li yıllarda Türkiye’ye gelen muhacir bir ailenin; bense, mübadil ve muhacir bir ailenin çocuklarıydık.

 

İkimizi de yetiştiren o iki okul, kapatıldı!  Artık yok!

 

Günde 3 öğün farklı yemek  yemeyi, her seferinde doymayı, bornozu, yurdu, insanı, ülkeyi, yurttaşlığı, insanlığa hizmeti; aynı çatının altında gördük, öğrendik, idrak ettik.

 

Meslekte yollarımız hiç buluşmadı, eğitimimizin aksine. O istihbaratçıydı; bense örgütlü suçlarla  mücadele çalışanı.

 

2012 yılında, Diyarbakır il emniyet müdürüyken: “Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz!; eline silah almış, çoluk-çocuk demeden katleden, canavarlaşmış teröristi de enterne edemiyorsanız, devlet değilsiniz!” dediğinde, soğuk ve sert rüzgarlar esmişti.

 

TBMM Gurup Toplantısında kürsüden, azarlanma şerefine nail bile oldu! “Herkes kendi işine baksın!” dendi. Çok doğruydu bu cümle. Eleştiri olarak da, o kadar yanlıştı. Çünkü Recep Güven işine bakıyordu. Tastamam kendi işine. Kronikleşmiş iç güvenlik sorununa, temas ediyor, ceberrut devletin faşist çözüm yöntemini eleştiriyor, sosyal, toplumcu ve insanî bakış açısı getiriyordu.

 

Serzenişti Recep’in yaptığı. 90’lı yıllara göndermeydi aynı zamanda ve takdire şâyan özeleştiriydi. Fark edilmedi.

 

O konuşmasında fark edilmeyen, çok kıymetli, çok hayatî, başka bir bölüm vardı aslında: “Bir zamanlar demiştim; bana beş kişilik bir ekip verin, ben çocuğu dağda olan annelere gidip-ulaşayım. ‘Seni öldürürler!’ dediler. Ya dedim; ‘kapısını kırarak girdiğimiz insan öldürmüyor da, kapısını çalarak girdiğimiz insan mı öldürecek yani? Bırakın onu yapsınlar; hiç olmazsa desinler ki, bu adam bunu yapmaya geldi, siz de bunu yaptınız yani’. Keşke o zaman yapabilseydik bunları. Bu kadar geç kalmasaydık. İnsanımıza bu kadar geç ulaşmasaydık. Bu kadar acıdan sonra yapmasaydık bu işleri. Tamam, acı çektik. Ama habire yeni acılarla da sürdüremeyiz bu işi. Yeni acılar, yeni acıları doğuracak. Yeni kinleri getirecek. Yeter! Burada, hep beraber yeni bir dünya kuralım diye varız.”

 

Bu cümleler, bu fikirler; zor’dan gayrı yol bilmeyenleri, şiddet yanlılarını, şiddetten nemâlananları, şiddetten usandırarak milyonları yola getirmeyi planlayanları;  kahreder. Kahretti de.

 

İzmir’den, görev yapmakta olduğum Hakkâri’ye, tayinle gelecek  bir polis; Ankara’da Recep Güven’e uğruyor. Yıl 2007. Arkadaşımın ona tavsiyelerinden biri şuymuş:

 

“Çalış, insanımız için çalış, ayrılmamamız, bölünmememiz, kan dökülmemesi için çalış. Risk al. Risk alman neticesinde, belki de öldürebilirsin. Olsun, öl. Seni öldüren kişi, ardından: ‘Ya aslında öldürmesek de olurdu, iyi biriydi!’ desin, yeter de artar bile!”

 

Duyduğumda ürpermiştim.

 

Ben de, mesai arkadaşlarımdan en kıdemlisine: “Şayet Hakkâri’de ölür veya  öldürülürsem ve ölümüm yüz kızartıcı bir sebebten değilse, kesinlikle beni bu şehre defnedin” diye sözlü vasiyette bulundum. Üstünde pek bir işe yaramasak da; kim bilir, altında faydamız olurdu  yurt toprağının!

 

Diyarbakır görevi esnasında, öldürülmeyi beceremedi Recep Güven! Aslında Ali Gaffar Okkan gibi, gönüllerde tekrar tekrar açmayı umut etmişti. Ölüm ona denk gelmedi! Kâbil karşısında, Hâbil’lik nasip değilmiş!

 

Ama; yurtsever olduğu için, aklın, bilimin, vicdanının, aldığı eğitimin, -o zamanki- hukukun  dediğini yaptığı için; tutsaklık nasip oldu!

 

Şimdi Sincan’da! Tebessüm mü ediyor ne?