Mart ayının son gününde bir kitap bitirdim. Bozkırda Sabah. Kurtuluş Savaşımızın romanı olarak yayımlanmış bu kitapta, bana yıllar boyu öğretilmeye çalışılan tarihi ben öğrenememişim; bana da kimse öğretememiş.

Tarih kitaplarında yaşanan üç seneyi üç dakikada paldır küldür anlatılarak geçilen mücadelelerden ne anlayabilirdim ki zaten? Dolayısıyla da tarihten de kaçar olmuştum.

Şimdi size çok güzel bir şey anlatacağım. Malumunuz günümüzde artık her şey dijital ortamda. Alışverişler, yaşanmışlıklar, okumalar ve izlemeler, daha nice aktiviteler... Neden arkadaşlıklar ve dostluklar dijitalizmden nasiplenmesin? Pek tabi nasiplenebilir. Benim öyle güzel üç kız kardeşim, üç dostum, üç arkadaşım oldu ki...

Bozkırda Sabah kitabını bu dijital platformlar üzerinden kurulan Milli Dönem Edebiyat Okuma Grubumuzda okudum. Kurucusu Büşra (Tarih öğretmeni) ile çoğu konularda da fikir alışverişi yapmaya başladık. Hatta birlikte bu ay Sabahattin Ali’den İçimizdeki Şeytan kitabını da okuyacağız. Hem de öyle kahve yanına koyup okuyor(muş) gibi görünelim cinsinden değil, bayağı altını çizerek, notlar alarak okuyoruz tabi...

Aslında bu yazımda anlatmak istediğim olay çok farklı. Nedir peki diye soracak olursanız -ki sormasanız da ben anlatırım gevezeyim az biraz- anlatıyorum hemen.

Kurtuluş Savaşı yıllarında, savaştan kaçan, savaş yanlısı olup vatanını savunmayan çoğu kişiyi gördüm. Vatanını savunmayan kişiler, geride neler yaşandığını görmezden gelenler, inanmayanlar... Aslında çoğu şeye ilk önce inanarak başlanmalı. Yapabilirim düşüncesi bir yerde ama hep canlı olarak kalsın hayatınızda. Mustafa Kemal de aynı şeyi yaptı. İnandı sadece. Türk milletine güvendi. Hani bir söylem çıktı da gündeme oturmuştu: Kızlı-erkekli. İşte bu savaş kadınlı erkekli, çelikli çocuklu kazanıldı. Hem de üç kurşunla üç il değiştiren ve attığını vurmak zorunda olanlarla kazanıldı.

Şimdi de bir savaşın içerisindeyiz. Küresel bir savaş üstelik. Siz anladınız beni; tabi ki korona. Her gün dehşet içerisinde insanlar daha nasıl dışarı çıkar diye izliyorum evimden. Ve gerçekten samimi söylüyorum işi olan da olmayan da dışarıda. Cumartesi günü kısıtlamanın olduğu gün, zabıtalar önde bizim kendine güvenen, bana bir şey olmazcılar arkada Fidangör turundalardı. Ne elinde ekmek ne de sebze meyve poşeti vardı. Hatta ellerinde tesbih, bellerine bağlamışlar çeke çeke yürüyorlar. Bu bir zaruri durum değil, keyfiyetçi durumdur. Demem o ki ta Kurtuluş Savaşının kazanılacağına inancı olmayanlarla aynı kafada olan ve vurdumduymaz davranan insanlar şekil değiştirerek aramızda kol geziyor. Sorarım size kendini korumaya çalışan ve virüsün azalmasını isteyen insanların suçu ne?

Çok zor gerçekten. İstediğin kadar oku, milyonlarca defa yaz, sınırsız anlat ama nafile. Herkes bildiğini okuyor. Okurken olan bizlere oluyor. Korona haritasının kırmızıya döndüğünü ibretle izledim. Acaba yurda yararlı bir iş yapılacak denilse bu kadar hızlı çalışılır mı merak ediyorum. Cevabı hepimiz biliyoruz da yine ben söyleyeyim size; arkasına bakmadan kaçarlar. Tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi.

Neyse sözü fazla uzatmak istemiyorum. Tarih tekerrürden ibaretmiş. Biz yine tedbiri elden bırakmayalım. Maske, mesafe ve temizlik. Ve evdeysek bol bol okuyalım, izleyelim ve tartışalım. Ve şu günlerde birazcık dikkat edelim. Şimdilik benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere. Sağlıkla kalın.