Bağımsızlık mücadelesiyle mazlum uluslara örnek ve önder olan, Devrim hareketleriyle,  özellikle Ortadoğu ve İslâm Dünyasına ışık tutan, Yirminci Yüz yılın ikinci çeyreğinde yıldız gibi parlayan Türkiye, Yirmi Birinci Yüz Yılın ilk çeyreğinde kaymaya ve ışığı solmaya doğru gitmektedir…
 
Cumhuriyet Devrimleri ve Demokratik gelişmeleri ile yönünü medeniyete ve güneşe dönen ve o yönde hareket eden Türkiye, günümüzde yön ve hedef şaşırması içine girmiş, yön ve yüzünü içinden çıkmaya çalıştığı Ortaçağ karanlığına doğru çevirmiştir…
 
Bu dönüş, Demokrat Partinin Köy Enstitülerini kapatmasıyla başlamış, ara vermeden günümüze kadar süregelmiştir. Günümüze kadar devam eden sağ iktidarlar ve darbeler eliyle olgunlaştırılan sağ, gerici ve baskıcı yöntemler AKP’ de somutlaşmış ve son yetmiş yıldaki sağ iktidarların bir sentezi olarak ülke siyasetine egemen olmuştur. Bulduğu güçle çağın gerisine dönüşü hızlandırmış, resmi ve sivil yaşamın her alanında baskının, sömürünün ve tutuculuğun sosyal zeminini de oluşturmuştur…
 
Bu dönüşte en büyük zararı Eğitim sistemiz görmüş, sistemle uyuşamayan beyinler de ülke dışında gelişme olanakları arama yolunu tutmuşlardır. ‘Beyin Göçü’ denilen bu kayıplar, ülkenin en büyük zenginliğini de beraberlerinde dışarıya taşımışlardır. Çocuklarımızın Ana Okullarında başlayan, Üniversite ve sonrasındaki fikirsel ve üretim gelişmeleri zayıflamış, neredeyse sıfırlanmıştır. Kutsallar AKP tarafından acımasızca kullanılmıştır. Sıfır bilgi birikiminden üretim ve gelişme beklemek ise, hayalden öte bir yararı yoktur...
 
Okulların adını İmam-Hatip yaparak ve dinsel eğitime (Arap Kültürü) ağırlık vererek öğrenciler Matematik ve fen derslerinden uzaklaştırılmakta, sınavlarda olmaması kadar dinsel sorulara yer verilmektedir. Kamuya işe almalarda yazılı sınavın dışında yapılan ‘Mülâkat’ denilen sözlü sınav, bilgi ve beceriden uzak, tamamen taraflı davranılmakta olup, Hak ve Hukuk çiğnenerek insanlarımız mağdur edilmektedir…
 
Eğitimde geriye dönüş ve düşüşün acımasız menfi etkileri, günümüzde acı çekilerek yaşanmaktadır. Hiçbir konuda yetkin eleman yetiştiremeyen sistemimiz, en büyük hatayı dış politikadaki açmazlarımızla göstermiştir. Çevremizdeki tüm komşu ülkelerle olan ilişkilerimizdeki çelişki ve anlaşmazlıklar, bilinçsiz ve hamaset duyguları ile yapılan özden, temel felsefe ve ilkelerden yoksun söylem ve uygulamaların sonucudur…
 
Ülkemiz son otuz yılda adeta kaçaklar cenneti oldu. Savaş ve çeşitli nedenlerle Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Türkî Cumhuriyetler ve Doğu Türkistan’dan kaçanlar, hiçbir kıstasa bağlı olmaksızın Türkiye’yi yurt tutabilmekte, iş kurabilmekte, Sosyal yardımlardan yararlanabilmekteler. 5 Milyon işsizi olan bir ülkenin sınırları 6 Milyon yabancıya açılmışsa ve bu insanlara insani değerler çerçevesinde yardım etmek zorunda kendinizi bırakmışsanız, bu tamamen yanlış dış politikanızın eseridir. Türkiye, Demografik yapısının değişmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Gelecekte kendisini dil, kültür ve yaşam biçimi kavgasının içinde bulabilir…
 
Plânsız yönetimin etkileri nüfus alanında da görülmektedir. Türkiye’nin kullanılabilir toprak stoku santimine kadar biliniyor. İnsanların beslenme ve yaşam kaynağının toprak olduğu da biliniyor. Normal tarımsal üretim çerçevesinde bir kişiye ne kadar toprak gerektiği de bilinen bir gerçek. Buna karşılık nüfus artışı kontrol edilmiyor, edilemiyor. %1.25--1.50 arası nüfus artışına aş bulmak, iş bulmak, okul bulmak, hastane bulmak, konut bulmak, sosyal gelişim alanları bulmak o kadar kolay olmayacaktır…
 
Tarım ve hayvancılık ekonominin dışına atılarak çökertilmiş, köylü üretim dışına itilmiştir. Tarım üretiminden yoksullaşan Türkiye, yakın gelecekte açlık sorunu yaşaya bilir…
 
Ekonomik alanda Kapitali olmadan ‘Kapitalist’ sistemi tek ekonomik kurtuluş gibi kabul eden, kamuyu tamamen Ekonominin dışına iten zamanın iktidarı en zor dönemini yaşıyor, ülkeyi yönetmekte zorlanıyor. Türkiye giderek her konuda eriyor, iflas noktasına geliyor. İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk adeta yaşam biçimine dönüşüyor, yurttaş hukuk arıyor ama bulamıyor. Hukuksuzluk sosyal ahlâki çürümeyi de beraberinde getiriyor…
 
Türkiye’nin dertleri bunlarla bitmiyor. Sistem allak bullak. Adı belli değil, gideceği yol ve yer belli değil. Sistemin adı yok. Tek kişi her şeye egemen. Göstermelik bir Meclis var. Meclisinde büyük çoğunluğu da tek kişiye adeta tapıyor. Muhalefet partileri alternatif oluşturamıyor. Meclis ülke yararına, toplum yararına yasa çıkaramıyor. Yasa çıkarsa bile tek kişilik onay makamının gönlü olması lâzım. Dolayısıyla Milletvekillerinin oluşturduğu meclis
Varlık gerekçesini kaybediyor, sadece Altı Yüz kişinin kıyak emekliliğine yarıyor. Sorunlar dağ gibi büyüyor, toplum sessiz ve korkak. Korkuyor, çünkü ülkede hukuk işlemiyor…
 
Türkiye, çoğu kendi eli ile açtığı çukurları, yollarına serptiği dikenleri atlayıp çağdaş hedeflerine ulaşabilecek mi? Ulaşabilir. Ancak çok zorlanacağı da kesin. Zorluklardan çıkabilmenin ilk şartı ise: Halkın Demokratik birlikteliği ve cep iktidarlarından ülkeyi ve kendini kurtarmasıdır!