Yazmak görmektir, göstermektir de. Duyulana  bakmak,
Yaşanana tanık olmak hayatınızın bir yerine gelip siner.
Farkın da, olsanız da olmasanız da gündelik hayatın seyrindeki her
 kıpırtı, devinim, olgu sizin ruhunuza bir çizik atar. Bunların
ille de yaralara dönüşmesi gerekmiyor dönüp bakmanız gerekenleri
görmeniz için. Birileri yalnızca yaşar, yaşadıklarının kahramanı ol
duğunu bilmeden sürdürür hayatını. Birileri ise o yaşananların göz-
lemcisi, tanığı olarak olagelenleri vicdan duygusuyla anlamaya çalışır. Kendi olmak yolculuğunun neleri içerdiği bilme durumu
onu farklı bir kıyıya çeker. Aykırı, ayrıksı kılınan bir duruşla kendini
ötekileştirmeden yol alabiliyorsa eğer: hem yaşadıklarının hem de  tanıklıklarının  içerdiği değerleri vicdan süzgecinden geçirmenin ustası sayılır. İnsanın bu yanını göre bilmesi için yazıya yüzünü dönmesi gerektiğini düşünürüm. Çünkü yazmak, öncelikle kendine bakmak kendinle ve yaşadığın zamanla yüzleşmektir. Yazarak görme yolculuğuna çıkarsınız. Bu nedenle, yazan bir toplumun çağdaşlaşma
bilincine, modern dünyanın algısına sahip bir toplum olabileceğini
düşünürüm. Yazan bir toplum geçmişi aydınlatır, belleğe sahip çıkarak geleceği kurma düşünü/düşüncesini yaratır. Evet, yazarak geçmişimize sahip çıkabiliriz. Hayatı, kendimize sorgulayarak
 yaşamsal deneyimleri taşıyarak yol /yön gösterici olabiliriz. 
Yazma bilincinin ana dili öğretme /öğrenme bilinci gibi aşılama-
lıyız insanımıza. Bunu bir duygu, görev bilinci olarak taşıyıp öğretmeliyiz Yazan toplum kendini gören toplumdur, karanlıktan Korkmayandır. Yazarak aydınlatır, aydınlanırız. Yazının kalıcılığı, tanıklığı bu anlamda önem taşır. Yazmadan önce daima düşününüz.
Toplumun vicdanı olabilen bir bakış gerekir. Toplumu aydınlatarak
bireyi özgürleştirir ve geleceği sağlam kurar.