Günlük konuşmalarda sıkça kullanılan bir deyim var; “Yalnızlık Tanrı’ya mahsustur” derler. Yalnızlık, doğal sonuçlarla olduğu gibi, sosyolojik olaylar veya kişisel davranışlar sonucu da oluşabilir. Yalnızlık insanları mutlu sonlara götürüyor mu bilmem, ama acıklı sonlara götürdüğü çokça rastladığımız bir gerçektir…

            Yalnızlık üzerine birçok kitap yazıldığı gibi, Türkülerimizde, Şarkılarımızda, Şiirlerimizde de sıklıkla yazım ve söylem konusudur…

            Sesini uzun yıllar zevkle dinlediğimiz Zeki Müren’in bir şarkısının ilk kıtası şöyle diyor:

            Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

            Yeryüzünde sizin kadar yalnızım.

            Bir haykırsam belki duyulur sesim,

            Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

 

            Orhan Veli Kanık ‘YALNIZLIK’ adlı şiirinde şöyle sesleniyor:

            Bilmezler yalnız yaşamayanlar,

            Nasıl korku verir sessizlik insana;

            İnsan nasıl konuşur kendisiyle:

            Nasıl koşar aynalara

            Bir cana hasret!

 

            Attila İlhan da ‘YALNIZLIK’ şiirinde hislerini şöyle anlatıyor:

            Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır,

            Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım,

            Bu gece dağ başları kadar yalnızım.

 

            Her üç dizede de, yalnızlığın insan üzerindeki olumsuz etkisinden ve ruhsal tahribatından yakınılıyor, korkular dile getiriliyor, insani duygular korku ve endişeyle dışa vuruluyor…

            Bizim Devletlûlar (Cumhurbaşkanı- Başbakan- Bakanlar) her ne hikmetse iç sorunları dış ülkelerde dile getirmeyi, açıklamayı, karşısındaki siyasileri eleştirmeyi, karalamayı gelenek haline getirdiler. Dış ülkelerde ve uçakta basına (Yandaş basına) yapılan açıklamaların çoğu içeride yapılmıyor, basın ve halk yeterince aydınlatılmıyor.

            Tayip Erdoğan Güney Amerika gezisini bir gün evvel bitirdi.  Sebebi sorulduğunda ‘Vatan Hasreti’ gibi pek inandırıcı olmayan bir bahane üretti. Erken dönüşün asıl nedeni kendinde saklı olmasına rağmen, insanlar bu konuda çeşitli varsayımları ortaya atarak, oluşmuş bir kabullenilmezliği dillendiriyorlar. Uçakta dillendirdiği “yalnızlığı umursamıyorum” ifadesi yeteri kadar ilgi ve kabul görmediği anlamını taşıyor ve erken dönüşün işaretini veriyor…

            Tayip Erdoğan’ın dönüş yolunda uçak basın toplantısında ki (!) Gazeteler ‘iki Devrimci Sohbet ettiler’ diye yazmasına cevaben: “Önemli olan halkın devrimidir, silahla devrim değil. Halk sandıkta devrim yapar, silahla yapılan devrim değildir” diyor. Bu ifade ile esas hedeflenen Küba devrimi değil, Ulusal Kurtuluş mücadelesi ile bağımsızlık ve Cumhuriyetin kurulmasıdır, arkasından gelen devrim hareketleridir. Padişahlığın, Halifeliğin kaldırılması Osmanlı özentileri için halen kanayan bir yara olarak addedilmekte, Cumhuriyet ve devrimleri karşı hedefe konmaktadır…

            Tayip Erdoğan “Halklar nezdinde yalnızlık yok. Liderler nezdinde olabilir. Bu durum kıskançlıktan kaynaklanıyor olabilir” diyor. Bir ricamız olacak. Tayip Erdoğan bu Ulusa ‘Türkiye’yi kim ve neden kıskanıyor?’ sorusuna açıklık getirmesidir. Öğrencisine Okul, Öğretmen, Hastasına Hastane, Hekim, ilâç, beş milyon işsizine iş bulamayan, nüfusunun yarısı açlık sınırının altında yaşayan, her yıl elli milyar dolar borç faizi ödeyen, her yıl bütçesi yetmiş-seksen milyar dolar açık veren bir ülkeyi kim ne için kıskansın? İneğine saman satın alan tarım ülkesini kim ne için kıskansın? Bin yüz odalı Cumhurbaşkanlığı sarayı yaptırıp içinde kendini yalnızlığa mahkûm edenler bu sorulara anlaşılır cevaplar vermek zorundalar…

            Başbakan Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken, Türkiye’nin Dış Politikasına temel olacak bir lâf etmişti;’Komşularla sıfır sorun’ demişti. Doğru olan bu hedef, yanlış uygulamalarla tüm komşularla anlaşmazlıklara dönüşmüş ve kendi tabiri ile “ Değerli yalnızlık’ politikasına ulaşmıştır.  Yanlış politikalar Türkiye’yi Uluslararası etmen olmaktan uzaklaştırmış ve ülkeyi ‘tecrit edilmiş bir ülke’ durumuna düşürmüştür. Ayrıca dış tecrit, giderek iç tecrit ve iç yalnızlık tehlikesi de taşıyor…

            Yanlış politikalardan derhal vazgeçilmeli, ülke, bölge ve Dünya gerçekleri çerçevesinde bir dış politika oluşturulmalıdır. Dış Politika ‘kabadayılık’ gösterisi değildir. Bölge ülkeleriyle barışın her yolu aranmalı ve bulunmalıdır…

            Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yürüttüğü yanlış politikalar sürdükçe Türkiye’nin yalnızlığı artacak ve tümden dışlanmaya kadar gidecektir ki; Türkiye bunu kak etmiyor…

            Yedi milyar insanın yaşadığı bir Dünya’da, yalnızlaşan bir ülkenin yalnız vatandaşı olmak hiçbirimizin kabulleneceği sonuç değildir…

            Yönetenler kendilerine horozları, sokak kabadayılarını değil, akıl ve bilimi rehber almak zorundadırlar…