Hükümet ekonominin sorunlarını dış gelişmelere bağlasa da, sorunların öyle olmadığı gün gibi ortada. Dolar’ın değer kazanması, döviz kurunun yükselmesi ekonominin sorunlarını gündeme taşıdı.
Ekonomideki sıkıntıların hükümetin yağma politikaları, yandaş zengin etme politikalarından kaynaklandığı bir gerçek. Uzun yıllar ülkemizde üretimin yerini dışarıdan pompalanan sıcak para aldı. Dünya ticaretinin dolarla yapılmasını isteyen Amerika düşük faizli dolarları gönderdi. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelere bolca dolar, yabancı para girişi yapıldı. Biz ne yaptık sefahat içinde harcadık, bol bol inşaat yaptık.
Bu arada kamusal kaynaklar yandaş kesimlere aktarıldı, gelen yabancı para da lüzumsuz işlerde tüketildi. Ülkenin kamusal üretimi bitti. Sermayeye ve piyasaya bağımlı bir ekonomi yaratıldı. TÜPRAŞ, Türk Telekom, SEKA, Sümerbank, devlete ait bazı maden ocakları, limanlar vs. gibi kurumlar özelleştirildi. Üretimde strateji belirlenemedi. Yandaşların etkin olduğu inşaat sektörü ekonomik büyüme için lokomotif seçildi. İhalelerde belli firmalara ayrımcılık yapıldı. Kamuya ait bazı yeşil alanlar imara açıldı. Bu doğa alanları sermayeye fırsat diye sunuldu. Patronlar bu işlerden nemalanmak için biat noktasına geldi. Gelmeyenlere de “sen bilirsin” dendi.
Tarım arazileri imara açılınca tarım ve hayvancılık geriledi. Ürünlerde, özellikle fındık sektöründe serbest piyasa ekonomisi uygulanarak çiftçinin, üreticinin ürünü değerlenmedi. Devletin birlikleri, depoları işe yaramaz duruma getirildi. Köyünde geçinemeyen çiftçi şehir merkezlerini doldurdu. Hayvancılık desteklenmediği için et ithal eder duruma getirildik. Kısacası üretim desteklenmedi. Her şeyde oy hesabı yapıldı.
İnşaata dayalı büyüme doğayı tahrip ettiği gibi, teknolojiye ve yeniliğe yeteri kadar dayanmadığı için katma değerli üretim ve ihracat gelişmedi. Ekonomide adil dağılım ve refah bir türlü sağlanamadı. Vatandaşların bankalara kredi yolu ile borçlanmaları teşvik edildi. Vatandaşlar bankalardan kredi yolu ile aldıkları, kendilerine ait olmayan parayı harcayarak gelecekleri ipotek altına alındı. 2002 yılında vatandaşın banka borcu 6.6 milyar TL civarında iken 2015 yılı sonu itibarı ile 385 milyar civarına çıktı. Tüm bankalar ülkeyi küresel sermayenin kucağına itti. ‘Babalar gibi satarım’ zihniyeti şu anda doların yükselişini önleyemiyor. ABD faizleri arttırdı ve sıcak para hızla ABD’ye geri dönüyor. Yöneticiler yurttaşlara döviz bozdurun diyor ama dövizi asıl bozdurması gerekenler kulağının üzerine yatıp daha çok kârlılığın peşinde. Nasıl ki 15 Temmuz darbe girişimine 1 ya da 2 günde gelmediysek, ekonominin bozulmasına da 2-3 ay içinde gelmedik.