Merhaba.

Farsça bir kelime olup anlamı “benden sana zarar gelmez” demek. O nedenle benden size zarar gelmez dostlarım.

 

Zarar kimden gelir? Kimler kimlere zarar veriri? Bugün biraz bunlardan bahsedelim olur mu? Çünkü o kadar iyi niyetli olmaya çalışırken biz, ruhumuzu derinden yaralayan insanlarla hayat yaşamaya çalışmak hayli zor.

 

İnsanların birbirine verdikleri zararların farkında olmamaları o kadar fena bir durum ki! Sanki kendi kendimize her şeyin sadece biz farkındaymışız gibi, kimsenin hiçbir şey umurunda değilmiş gibi, salt bilinçle kendimiz yaşıyormuşuz da diğerleri sadece oksijen israfıymış gibi gelmiyor mu size de?

 

Ne demek şimdi bu?

Evli bir çift düşünün. Evde sadece erkek çalışıyor ve o da başına buyruk, bir tarafına kuyruk dedikleri cinsten. Kadın evde, çocuklarıyla. Borç, harç, kıt kanaat geçinme dedikleri cabası. Hele ki bu devirde zaten geçim zor. Ekmek aslanın midesini geçeli çok olmuş, kuyruğa doğru yollanmış. Ay sonu ay başı birbirine karışmış. Yeri geliyor dolapta ne varsa yeniyor. Ama keyfi, lüks ve zaruri olmayan hatta ihtiyaç dahilinde olmayan, sırf başkalarında var diye işin süksesine gitmenin alemini de aklım almıyor gerçekten.

İnsanlar öyle çok geçim sıkıntısı çekiyorlar ki; yani senin kolundaki saatin akıllı mı geri zekâlı mı inan umurlarında değil. Kıt kanaatin ne demek olduğunu çağımız bize bu virüsle birlikte öyle güzel öğretti ki! Ve evet pozitif kalmaya, enerji dolu olmaya çalıştıkça çoğunun böyle saçma sapan hesaplarla karşınıza çıkması gerçekten akıl kârı değil. Hani bazı yemek tabirlerinde bahsedilir ya tuz ölçüsü bir fiske diye, işte aynen öyle bir fiske aklımız kaldı onu da böyle boş şeylerle harcamak istemiyorum. Siz de yapmayın gelip geçici şeyler için kendinizi de ömrünüzü de arkadaşlıklarınızı da harcamayın.

 

Siz kendiniz olunca çok güzelsiniz.

Allah sizi böyle güzel yaratmış. Başkalarının aynısı olmanızı isteseydi zaten öyle yaratırdı. Sizin başkasına özenmeniz yaratıcının işine gelmiyordur. Ben, sen, o ve diğerleri biricik ve tekiz. Bizden başka, benden başka bir tane daha yok. Hatalarımla ve kusurlarımla mükemmelim ben. Çünkü hatasız olsaydım, kusursuz yahut her şeyi dört dörtlük yapabilseydim ben olmazdım ki. Robottan ne farkım kalırdı.

Yukarıda verdiğim örnek en basiti. Bir de bunun ruhsal versiyonu var. Mesela sosyal medya üzerinden ele alalım olayı. İnstagram da atılan hikayelere yazılan yazılar, paylaşımdaki açıklamaları direk kopyala yapıştır yapan yahut azıcık evirip çevirerek ama sokakların aynı denize çıkması misali hedefin aynı merkez olduğu gönderiler yayınlanıyor. Özgünlük dediğin olay kişiye özeldir. Ya da illa aynısını yapacaksan önce takdir et sonra taklit et. Ama doğrucu davutluk bizde huy. Yaparız biz.

Ne çok derdimiz var değil mi sevgili okurum. Anlatırken daha aklıma neler geliyor da süremi aşarım, sizi sıkarım korkusuyla fazla üstelemiyorum. Demem o ki; işin özü öz insan olabilmekte. Kendimiz olup, başkalarının asalakları gibi olmamakta. Çünkü bu durum kendinize olan saygınızı yitirmenize sebebiyet verir. Birey olarak ben bir ve tekim. Bu halimle güzel, kusurlarımla mutlu ve hatalarımdan ders çıkararak ilerlersem yaratılışıma ters davranmamış, “insan” olabilmiş olurum diye düşünerek yaşarsak her şey çok daha makul, hayat da yaşanılabilir oluyor inanın. Tecrübe ile sabit.

Siz bir birey olarak kimseye ihtiyacınız yok. Kimseden akıllı ya da geri zekalı, kimseden zengin ya da fakir, kimseden üstün ya da alçak olacağınız bir durumunuz yok. Yaratıcının karşısında herkes aynı yerde ip gibi dizilecekse ve basamaklar yoksa bu dünyada kendi önümüze çıkardığımız basamakları yok etmek zor olmasa gerek. O bize akıl ve imkân vermiş. Kullanmak zor değil. Hislerimiz bizi yanıltabilir ama tecrübeler yanıltmaz. Tecrübe edinin. Kendi yolunuzu çizin. O yol o kadar güzel ki! İlla ki taşları olarak, illa ki yokuşu olacak hatta illa takılıp düşeceksin de! Ama o düşmek bile sana o kadar iyi gelecek ki bir sonraki engelde düşmeyeceksin ve belki de daha büyük engeli tecrübenle kolayca atlatmış olacaksın.

Bir söz var duymuşsundur: “hayatım altüst oldu diyorsun ama nereden biliyorsun ki altının üstünden daha güzel olmadığını” diye. İşte mesele bu ya. Bırakın hayatınızın altına bir göz atın. Belki ne mücevherler ne pırlantalar sizi bekliyordur. Kim bilir?