Ey Çankaya’nın tepesine, Atakule’nin eteklerine serilen BOTANİK PARK…

Eski halinden eser kalmamış.. Sen de nasibini almışsın yıllardan… Ankara’nın en güzel tek parkıydın bir zamanlar, şimdi viran halini görmek eski günlerini hatırlayanların içini sızlatıyordur.

Şehrin buz gibi görüntüsünden soyutlanmış, yeşillikler diyarı, cıvıl cıvıl öten kuş seslerin, şırıl şırıl akan su seslerin, huzur verici bir ortamın, rengarenk çiçeklerin, oraya buraya dallanmış ağaçların, mis kokuların, berrak su dolu göletin, sarmaş dolaş gezinen gençlerin yoktu bu sabah…

Sabah saatlerinin ıssızlığıyla daha da güzelleşen, tek tük araçların geçtiği bom boş Cinnah Caddesi’nin yokuşunu tırmandım bu sabah.. Havalar ısınmıştı, uzun süre ara verdiğim yürüyüşüme başlamış oldum. Ilık sabah esintisi yüzüme vururken Atakule’ye doğru da yaklaşıyordum. Sol yanımda pembe renkli tomurcuklanıp çiçek açan ağaçları görünce buradan Botanik Parka inildiğini farkettim. Toprak kokan, dar patika yollar gitmiş basamaklı beton merdivenlerle iniş yolu yapılmıştı…

Biraz ileride , etrafı izleyen 22-23 yaşlarında genç bir delikanlıdan başka da kimse yoktu parkta, korktum biraz.. Sonra delikanlı seslendi;

Abla bir fotoğrafımı çeker misin bu manzarada?

Botanik Park tam fotoğraf çekme alanı.. Yeni evlenen çiftlerin özellikle geldiği, gelin- damat pozlarının verildiği, yeşil alanlarda, Ankara manzaralı, göletin etrafında vs. Neyse, tabii ki olur dedim, ayrıca severim de fotoğraf çekmeyi.. Bir değil birkaç poz çektim hem de ben verdirdim pozları.. Şöyle dur, böyle yap diye.. Teşekkür etti ayrıldı parktan…

Parkın aşağısına doğru akşamdan kalan sigara izmaritlerini, boş şişeleri, diğer çöpleri temizleyen Çankaya Belediyesi’nin çalışan görevli bayanlarını görünce korkuyu yenip hafif adımlarla ilerleyerek indim yanlarına.. Sohbet ettim birazcık özel kıyafetlerini giymiş kızlarla .. Yaptığınız iş kolay değil, her işin zorluğu var , bak çoğu insanlar şehirden uzak ve yüksek te bulunan bu parka temiz hava almaya geliyorlar sizler de bahaneyle her sabah yararlanıyorsunuz bundan dedim. Gülümsediler yüzüme bakarak, sanki sen de gel çalış der gibi..

Taaaa aşağıya kadar indim, Elçilik binalarının olduğu alanda tel örgüler içinde yıkılan, kökünden kopmuş, üst üste yığılmış kuruyan kocaman ağaçları görünce çok üzüldüm.. Zamanı mı geldi ya da bakımsızlıktan mı böyle oldular bilemedim. Tekrar geldiğim yere dönmek için beyaz beton yollardan değilde ağaçların aralarından yumuşacık toprağa basarak, ağaç dallarına dokunarak , böceklere selam vererek yürümeyi düşündüm. Yaşlı kocaman bir ağacın yanında, arkası dönük banklara oturan tahminen 20’li yaşlarda iki genç ..Açık mavi renk gömlekli gencin omzuna yaslanan genç kızın, uzun, kumral, iri dalgalı saçlarının arasında kayboldum. Gençlik böyle işte, her şey zamanında dedim…Ve onlara gözükmeden yolumu değiştirip ilerledim, tepeye yaklaşıyordum indiğim yere, bu sefer de öksürme sesiyle irkildim, sanki sabah sabah evden dışarı atmışlar ak sakallı, bir eli, hafif şiş göbeğinden dolayı kapanmayan ceketinin cebinde , diğer eli mavi tesbihinde ..Yarı toprak yarı çim alana , kuru yere oturmuş dalgın dalgın etrafa bakıp kafasını sallayarak kendi kendine konuşan yaşlı bir amca.. “Günaydın “dedim.. duymadı, yaşlılıktan herhalde .. Yanından geçerken gördü beni, hayırdır sabah sabah dedim.. “Köyümü çok özledim be kızım ! Gümüşhane’nin bir köyündenim. Kimsem yok oğlumun yanına Ankara’ya geldim, buralar bana göre değilmiş, boğuluyorum binaların içinde “dedi , bir avuç yeşillikle köyünün hayalini kuran amca..

Sonra döndü bana;

“Köyde yaşa ömrüne ömür kat, şehirde yaşa stresine stres kat “ dedi sakin bir ses tonuyla…

Yürüyüş müydü, sohbet miydi, paylaşmak mıydı bilemedim bugünkü durumumu…Yarına Allah Kerim