Başlık, okuduğum yeni kitaplardan birinin adı. Ve her zaman olduğu gibi meselemiz biraz derin, fark edilebilmesi ya da görülebilmesi için resmin üst boyasının tırnakla kazınıp dökülmesi lazım geliyor.

Miyase Sertbarut’un yazdığı Buz Bebekler, Tudem yayınları tarafından yayımlanan bir roman. Bir çocuk romanı. Belki gençlik romanı. Ama ilk sözcüğünden son hecesine dek herkesin, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin okurken karanlık kuyulara savrulacağı bir konusu var.

Ece yıllar önce bir apartmanın posta kutusu dibinde bulunan bebekliğinden yetimhanede geçen 13 yılını nasıl ayıklayabileceğini bilmiyor. Dahası ayıklamak istemiyor. Geçmişini, posta kutusu dibine bırakılmışlığını, nedenlerini ve annesinin, babasının kim olduğunu öğrenmek istiyor.

Tabii ki asıl konu bu değil.

Ece’nin arayışları hepimizi ilgilendiriyor, bir annenin çocuğunu nasıl olup da bırakıp gidebileceğini, çocuğun annesini yıllar sonra bulduğunda ne diyebileceğini, nasıl ona yakınlaşmak isteyip de bir türlü küskünlüğünü atamayışını- hepsini merak ediyoruz, tamam.

Ama asıl mesele şu: Buz Bebekler, çocuk tacizini çocuklara anlatmaya girişecek kadar yürekli bir roman. Belki çokça da, büyüklerin karşısında çocukların kendi kendilerini korumaya çalışmasını anlatıyor.

Herkesin kıyısından köşesinden tanık olduğu, gördüğü, bildiği, duyduğu ama bir türlü konuşmaya cesaret edemediği çocuk tacizi meselesini yetimhanedeki çocuklar ekseninde işleyen roman, öyle titiz işlenmiş ki, zihne doluşan korku dolu bütün soruları tamamen siliveriyor.

Ece, tanık olduğu ve kıyısından döndüğü tacizi günlüğüne sözcük sözcük dökerken, nasıl olup da yetişkinlerin bu konu karşısında susmayı tercih ettiğini, susmakla da kalmayıp üzerini örtmeyi tercih ettiğini, bununla da kalmayıp suçun cezalandırılması gerektiğini düşünen temiz yürekleri korkuttuğunu- hiçbir biçimde sınır tanımayıp suça en fena bir biçimde ortak olduklarını, hatta suçu işlediklerini bir bir anlatıyor Ece.

Bir çocuğa, bir genç kıza, okura en narin biçimde anlatıyor bunları yazar. Ece’nin tanıklığı üzerinden aktarıyor her şeyi, onun ağzından. Belki de, daha doğrusu bence, en önemli husus burada tanık olan küçük kızın ağzından anlatılması olayın.

Roman, konuşuyor her şeyi. Karakterlerini susturmuyor, sözcükleri silip Ece’yi ve tanıkları birer odaya kilitlemiyor. Roman, çünkü.

Gerçek hayattaki karşılığı ne oluyor bunun peki?

Yeterince söz edilmediği, yeterince konuşulmadığı, üzerinin örtülmesi tercih edildiği için-

Buz Bebekler, yaralı konuya, bu iç kanamaya benzersiz bir biçimde yaklaşıyor ya, en önemli etkisi bu konuyu konuşulabilir kılıyor. Kılacak. Ve belki, birçok şey bambaşka olacak. Romanın gerçek hayatta karşılığı olacak.

Hem Ece ve arkadaşı Cem’in başardığı, peşini bırakmadığı, susmamayı tercih ettiği, üzerine yürüdüğü bir konuyu yetişkinler konuşmaktan neden kaçınıyor? Neden çoğunlukla hiçbir şey OLMAMIŞ GİBİ görmezden geliyor ki? Üstünü örtmeyi tercih ediyor?

Melese bu. En açık şekliyle.

Aykırı Sorular

Televizyon seyretmeyi tercih etmediğimi her yerde, her keresinde söylüyorum. Ama öyle programlar var ki, içine çekip alıveriyor seyredeni. Ne konuşulursa konuşulsun. İster politika, ister edebiyat, ister müzik, ister bambaşka bir şey… Enver Aysever’in hazırlayıp sunduğu Aykırı Sorular benim için böyle bir programdı. Ne yazık ki yayından kaldırıldı. Oldukça üzücü bu gelişmeyi nasıl yorumlasam bilemiyorum? Muhalefeti hazmedemeyen iktidar güç tarafından mı kaldırıldı acaba? İnsan düşünmeden edemiyor yani