Cumartesi Anneleri olayı hikayesi nedir? Cumartesi Anneleri kim kaç kişi? Detayları okuyacağınız haberimizde..

Cumartesi Anneleri Olayı, Hikayesi Nedir

Hasan Ocak'ın gözaltına alınmasının ardından kaybolmasıyla başlayan kampanya, trajik bir şekilde işkence edilerek öldürülmüş cesedinin bulunmasının ardından, kayıplar için adalet arayışına dönüştü. 12 Mart 1995'te, İstanbul'un Alevi nüfusunun yoğun olduğu Gazi Mahallesi'nde, kimliği belirsiz kişiler tarafından bir kahvehaneye gerçekleştirilen silahlı saldırı ile başlayan ve üç gün süren Gazi Mahallesi Olayları, 22 kişinin hayatını kaybetmesi ve yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.

Bu olayların ardından, 21 Mart 1995'te, Hasan Ocak Gazi Mahallesi'nde gözaltına alındı ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Hasan'ın annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları tam 55 gün boyunca Hasan'ı bulabilmek için çabaladılar. Nihayet 15 Mayıs'ta, Hasan'ın işkence edilmiş cansız bedeni, kimsesizler mezarlığında bulundu. Ceset, Hasan'ın gözaltına alındığı tarihten 5 gün sonra Beykoz Ormanı'nda köylüler tarafından fark edilmişti ancak kimliği tespit edilemediği için kimsesizler mezarlığına gömülmüştü.

Hasan Ocak'ın bulunması için İnsan Hakları Derneği'nin desteğiyle başlatılan kampanya, Hasan'ın cesedine ulaşıldıktan sonra kayıplar için adalet arayan bir insan hakları mücadelesine dönüştü. İlk kez 27 Mayıs'ta Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi yapan 15-20 kişilik küçük bir grup, zamanla büyüyerek büyük bir harekete dönüştü. Bu eylemler, kayıpların akıbetini sorgulayan ve devletin sorumluluğunu hatırlatan bir platform haline geldi.

Bu süreçte, Emine Ocak ve diğer kayıp yakınları, Galatasaray Meydanı'nda her hafta toplanarak sessizce oturma eylemleri gerçekleştirdiler. Bu eylemler, kayıpların bulunması ve sorumluların adalet önüne çıkarılması için güçlü bir çağrı haline geldi. Toplumun geniş kesimlerinden destek bulan bu hareket, sadece Hasan Ocak için değil, kaybolan tüm insanlar için adalet talep eden bir sembol oldu.

Hasan Ocak'ın akıbeti ve ailesinin verdiği mücadele, kayıpların bulunması ve işkenceye karşı durmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu olay, insan hakları ihlallerine karşı verilen mücadelenin ne kadar zor ve uzun soluklu olabileceğini göstermektedir. Galatasaray Meydanı'nda başlayan bu sessiz direniş, Türkiye'nin dört bir yanından destek bulan ve kayıplar için adalet talep eden bir harekete dönüşerek tarihe geçti.

Cumartesi Anneleri Kim, Kaç Kişi

Arjantin'de "kirli savaş" olarak bilinen diktatörlük dönemi (1976-1983), 30 binden fazla sol görüşlü kişinin kaybolmasıyla tarihe geçti. "Gözaltı kayıpları" kavramı, bu dönemde Arjantin halkının sözlüğüne girdi ve cunta rejimi altında son derece baskıcı bir yaşam sürdürdüler.

1977 yılında, bu baskıcı ortamda, kaybolan çocuklarını arayan bir grup kadın, hükümet binasına 100 metre mesafedeki Mayıs Meydanı'nda (Plaza de Mayo) toplanmaya başladı. Beyaz başörtüleri takarak ikişer ikişer meydana giren kadınlar, her perşembe saat 12'de meydanın ortasındaki piramidin etrafında tur atmaya başladılar. Bu kadınlar, çocuklarının akıbetini öğrenmek ve adalet talep etmek için kararlılıkla hareket ettiler.

Cunta hükümeti, "perşembe delileri" veya "terörist anneleri" olarak adlandırdığı Mayıs Meydanı Anneleri'ni bastırmak için çeşitli baskılar uyguladı. Hareketin önderleri, destek veren avukatlar ve insan hakları savunucuları işkenceye maruz kaldı, haklarında davalar açıldı ve bazıları da kaybolan yakınlarını ararken kendileri de kaçırıldı ve kayboldu.

Ancak, cunta rejiminin tüm baskılarına rağmen, her hafta daha fazla kadın başlarına beyaz örtülerini takarak meydana gelmeye devam etti. 1978'de Arjantin'de düzenlenen Dünya Kupası, Mayıs Meydanı Anneleri'nin seslerini dünya kamuoyuna duyurmaları için bir fırsat oldu ve hareket uluslararası alanda büyük yankı uyandırdı.

41 yıldır süregelen adalet arayışlarıyla Mayıs Meydanı Anneleri, Türkiye'deki Cumartesi Anneleri gibi, faili meçhul ve kayıp kişiler adına yürütülen pek çok adalet mücadelesine ilham kaynağı oldu. Bu kadınlar, sessiz ve kararlı duruşlarıyla kayıplar için adalet talep etmeye devam ettiler ve dünya çapında bir sembol haline geldiler.

Birleşmiş Milletler (BM), zorla kaybedilmeyi insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak tanımlamaktadır. BM, 2007'de kabul ettiği ve 2010'da yürürlüğe giren Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (Zorla Kaybedilme Sözleşmesi) ile bu konudaki duruşunu netleştirdi. BM Genel Kurulu'nun 1992'de kabul ettiği Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri, zorla kaybedilmeyi insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul etmektedir.

Sözleşmede geçen "zorla kaybedilme" terimi, kişilerin devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması ve ardından bu kişilerin akıbetlerinin gizlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu durum, kaybolan kişilerin hukukun koruması dışında kalmasına yol açmaktadır.

Birleşmiş Milletler, bu sözleşmeyle yaşam hakkının en temel insan hakkı olduğunu vurgulamakta ve devletlerin temel insan haklarına saygı gösterme yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. BM'nin bu tutumu, zorla kaybedilmelere karşı küresel düzeyde bir bilinç ve tepki oluşturmayı amaçlamaktadır.

Editör: Deniz İnal