Herkese merhaba.

Üzülecek o kadar olay yaşıyoruz ki tam geçti derken bir diğeri başlıyor. Vardır bunda da bir hayır diyorum. Bir taraf yanarken bir taraf seller sular altında kaldı.

 

HES dedik.

Gazetecilik hayatıma yeni başladığım yıllarda HES’ler gündemdeydi. Karşı durmak adına sürekli yazdım ve yazdık. Değişen bir şey olmadı çünkü bir avuç çapulcunun karşı durması kimseyi pek ilgilendirmedi. Irmakların ve dere yataklarını değiştirip kurulan barajların zararlarını kat kat yaşıyoruz.

 

Atalarımızın çok güzel bir sözü var “su akar yolunu bulur” diye. Eski insanlar doğaya zarar vermeden yerleşmiş ve yaşamışlar. Doğadan aldıklarını doğaya vermişler. Oysa günümüz öyle mi? Ah demeden kesilen ağaçlar, vah demeden kurutulan dereler varken doğa bizden intikam almakta bence geç bile kaldı. Ne suları rahat bıraktık ne de ormanları. Göl manzaralı, ormanla iç içe diye sloganlarla satılan binalar inşa ettik. Kendi konforumuz için doğanın huzurunu kaçırdık. Çünkü biz insanlar o kadar benciliz ki bizden başka hiçbir canlının üstün olabileceğini düşünmüyoruz.

 

Yediğimiz içtiğimiz sebze ve meyvelerin, kullandığımız eşyaların, etrafımızdaki ağaç ve bitkilerin her bir şeyin frekansı var. Ve bu da demek oluyor ki frekans bizi etkiliyorsa canlıdır. Biz insanlar hayvanlar ve insanlar canlıdır diye düşünüyor ve yanılıyoruz tabi ki.

 

Turist ve oteller dedik.

Turist demek para demek bizim zihniyetimizde. Tabi ki para akışına ülkemizde ihtiyacımız var ama kaçırdığımız bir nokta var. Turistler bizim beş yıldızlı ya da galaksili otellerimizin içindeki kral yataklarını değil doğa ve deniz iklimi için Türkiye'yi tercih ediyor. Sizin onların uyku konforunu sağlamanıza değil, temiz hava, temiz deniz, temiz orman dokusuna ihtiyaçları var. Bu da demek oluyor ki rant için orman yakmayın, dere ve ırmak kenarlarına otel kurmayın!

 

Rant dedik.

Lüks binalar, akıllı daireler, her mevsim güneş alan, manzara gören, evde otel rahatlığı daha bir sürü saçma sapan gereksiz adına ihtiyaç denilen şatafat gösterili binalar uğruna yok edilen dereler, ırmaklar ve ormanlar... Yine atalarımızın öyle güzel bir sözü var ki “eve lazım olan camiye haramdır” demişler. Sözün güzelliğine on puan bizim uygulamayışımıza değer biçemedim. Gerisini siz düşünün. Canlı kanlı Ordu’dan bir örnek vermek istiyorum. Yapılan ve yıkılan “Belde Evler”. Oraya öyle bir binanın yapılmayacağını bilmek için uzun soluklu coğrafya ya da jeoloji dersi almaya gerek yok. Göz var izan var. Bu da bir rant meselesi. Hatta bir arkadaş demişti ki: “sırf arkadaşlarıma hava atmak için imkanım olsa oradan ev alırım”. Mantığa bakar mısınız? “Hava atmak”. Bu gibi zihniyetler yüzünden biz daha çok cereme çekeriz. Çok yazık çok.

 

Doğa intikamını alıyor bizden.

Hem de epey can kaybı ile. Söylenenlerden çok daha fazla can kaybı var sel afetinde. Yanan ormanlardaki canlıları sayamadık bile. Onlarda can. Bitkiler, canlılar, mikroorganizmalar, hayvanlar... Her biri ayrı can. Her biri bizim yaşamımızı sürdürebilmemiz adına çalışan görevliler. Hem de karşılıksız çalışıyorlar. Biz de onları katlediyoruz. Nankörsün insanoğlu. Etrafına havanı evinle atacağına bilgin ve kültürüne yakışır şekilde yaşa, örnek ol. Sokak hayvanlarına bir kap su ver. Bir bitkiyi sula. İnsan ol önce insanoğlu. Nasıl ki hukuken kimse kimseden üstün değil ise hiçbir canlı da diğerinden üstün değildir.

 

Bir an önce aklımızı başımıza devşirmemiz gerek. Bilanço çok ağırlaşıyor. Tek başına bir şey yapamam deme yaparsın. İşe plastik atık çıkarmamakla başla. Kimyasal ürün kullanımını azalt. İhtiyacından fazlasını alma. Gereksiz tüketim yapma. Bu konuyla ilgili daha derin kapsamlı bir yazı hazırlıyorum. Kısa zamanda sizlerle olacak. Bu günlük benden bu kadar. Sağlıkla ve hoşça kalabilmek adına bugün sokak hayvanlarına bir kap su bırakın ya da yiyecek. Haftanız güzel geçsin demek isterdim ama yurdumun dört yanından gelen haberlerle pek mümkün olmuyor. Bundan sebep kendinize çok dikkat edin diyorum. Sağlıkla kalın.