1960 yıllarının başında ortaokulda öğrenciydim. Çocuk olduğum için bilinçli bir değerlendirme imkânım olmamakla birlikte mevcut iktidarı demokrasiye ve hukuka aykırı uygulamalarının toplum içinde huzursuzluk yarattığını anlayabiliyordum.

27 Mayıs 1960 tarihinde askeri bir hareket ile Milli Birlik Komitesi iktidarı ele geçirmişti. Bu 27 Mayıs1960 hareketi, bazen darbe, bazen, ihtilal ve bazen de devrim diye adlandırıldı.

Yassıada'da mahkûm olan mülkiye hocası mebus Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak ise "Biz 27 Mayıs için bazen hükümet darbesi, bazı kere de ihtilal terimini kullandık. İhtilal, genel olarak, halk tarafından gerçekleştirilen bir hareketi ifade ediyor. Oysaki 27 Mayıs gerek hazırlanışı ve gerekse uygulanışı bakımından tam anlamı ile bir askeri darbe niteliğindedir. Fakat 27 Mayıs'a ister ihtilal, isterse hükümet darbesi denilsin, önemli olan bu değildir. Önemli olan, 27 Mayıs'ın Türk milletinin tasvibine mazhar olup olmadığı keyfiyetidir." ifadesini kullanmıştı.

Bu açıdan bakıldığında 27 Mayıs Türk ulusunun tamamı tarafından değil, ancak o zamanın muhalefetini oluşturan halk tarafından benimsendiğini söyleyebiliriz.

1963 yıllarda üniversite öğrencisi olduğumda, 27 Mayıs 1960 askeri hareketi sonrası kabul edilen dünyanın en özgürlükçü Anayasasının getirdiği düşünce ortamı nedeni ile 1960 askeri hareketine sempati duydum.

Ancak daha sonra geçen yıllarda bir başbakan ve bakanların adil olmayan sözde yargılanmaları sonucu idam edilmelerini kabul edemedim. Arada Talat Aydemir iki darbe girişiminde bulundu. İnönü koalisyonlarından sonra, Demirel iktidarları dönemi başladı ve sonra Köşke çıktı.

Sonraki yıllarda Türkiye'de Demokrasiye müdahale eden Darbe, Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçleri yaşadık.

1970 yıllarda yedek subay olarak İstanbul'da askerliğimi yapıyordum. Bir gece Tugayımıza bir emir geldi. Tüm askeri personel olarak silahlandık ve sabaha kadar hazır kıta bekledik. Birkaç gün sonra o gece için bir ihtilal ihbarı yapıldığı söylendi. Bu haber doğru olsaydı, biz kimin yanında, nereye ve ne için olduğunu bilmediğimiz bir hareketin içinde olmak için o an emir almış ve askeri birliğimiz içinde o hareketin aktörleri olarak rol alacaktık.

12 Eylül 1980 gece yarısından sonra evimin kapısı Kaymakamlık yazı işleri tarafından çalındı. İhtilal olmuş diye Kaymakamlıkta toplandık. Mülki yetkinin kaymakamda mı, yoksa Jandarma komutanı astsubayda mı olduğu belli değildi.

27 Mayıs 1960 askeri hareketinden sonra demokrasiyi işlevsiz kılan her türlü askeri harekete ve girişimlere kendi çapımda karşı koydum.

15 Temmuz 2016 hain darbe hareketine ise şiddetle karşı koydum. Aslında çocukluğumdan beri bu cemaat, tarikat adı altındaki topluluklara anlam veremiyordum. Şimdi hayretler içindeyim. Çünkü valiler, generaller, Yargıtay üyeleri gibi en üst düzeydeki kamu görevlileri bile böyle toplulukların içinde olmuşlar. Siyasilerimiz de bu topluluklara sempati duymuş, kolaylıklar sağlamış ama zamanla aldandıklarını ilan edip din kisvesi altında halkın sömürülemeyeceği gerçeğini dile getirmişlerdir.

Bu aşamada bir kez daha şehitlerimize rahmet dilerken, Atatürk'ün tekke ve zaviyelerin kapatılması hakkında kanun çıkarmasının ne kadar haklı olduğunu bir kez daha düşünüyor ve bunun kanıtlandığını görüyorum.

Bakın ne demişti Atatürk:

"Ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak insan olmak için yeterlidir.