Ziraat Odası Başkanlığı yapan, fındık üreticisi de olan Temel'in yaşadıklarını biliyorsunuz. 5 çocuklu Temel'in kıssadan hisse almasını bilenlere göre öyküsünü önceki yazımıza konu edinmiştik. 
Sonuç itibariyle de, gerçek başarı ve hakiki kazanımın 5 çocuğun 5'inin de uyum içinde hareket etmeleri ile olabileceğini bizim Temel "zararın neresinden dönülürse kârdır" diyerek anlamıştı.  Ve de üreticilik yapan oğlundan, fındık ihraç eden oğluna kadar 5'inin de birlikte hareket ederlerse, fındık tarım ve ticaretinin işe yarayacağını görerek, "Birbirinizi düşünerek hareket edin. Yoksa başkaları çıkar, fındığı hem üretir, hem de satar. Siz de avucunuzu yalarsınız" demişti.
*
Ancak görünen o ki Temel'in arkadaşlarından bir çoğu halâ ben diyeyim, "aynı hamam, aynı tas" hesabıyla, siz söyleyin, "nato mermer, nato kafa" şekliyle hareket ediyorlar.
Hemen hemen çoğunluğu, söz konusu fındık olduğunda, üretenlere; "vermeyin, satmayın, bekleyin" diye çağrıda bulunup, akılsızca akıl veriyorlar!
Aslında, adeta bir oyuncak haline getirdikleri bu söylemleri, onlarca yıldır yapıyorlar. Ama sonucunun nereye varacağını doğru dürüst tahmin etmeden bunu yapıyorlar. Hiç geçmişe bakmıyorlar.
Oysa geçmişe bakıldığında, "vermeyin,satmayın, bekleyin, etmeyin-eğlemeyin" diyenler yüzünden üreticinin yaşadığı kayıplara örnek teşkil edecek o kadar yıl var ki..
Daha açıkçası, onların aklına uyarak, söylemlerini dikkate alıp binlerce  lira kayıp eden on binlerce üretici olmadı mı? 
*
"Kelin melhemi olsa kendi başına sürerdi" dedirtecek türden davranış biçimi sergileyen bu kendine faydası olmayanların sebep olduğu tepeden tırnağa yanlışlar, sadece fındık üreticisini değil, sektörün tümünü olumsuz etkilemedi mi?
*
Tamam; fındık üreticisi 10 liradan fındığını satmadı. 12 oldu satmadı. Bunlar çıktı, "15 olacak satmayın" dediler. 15 olunca, "17-18 olacak" demeyecekler mi? "20'ye çıkacak" diye sırf medyada yer almak için açıklama yapmayacaklar mı?
*
İçeride bunlar olurken, dışarıda ki avanak alıcılar(!) akılsız çikolata sanayicileri (!) "Ne yapalım, kaderimiz bu" diyerek önümüzdeki 3-5 yıl da aynı sahneyi yaşayacaklarını hesap ederek bekleyecekler mi? 
Fındığı üretmek için aha şurada yanı başımızda Gürcistan'da yaptıkları bahçelere yenilerine katmayacaklar mı? Şili'de, Amerika'da yeni bahçeler ihdas edip, "Yeter sizin fiyat istikrarsızlığınızdan bıktık" demeyecekler mi? 
Bu veya önümüzdeki yıl imalatlarında değilse bile, 3-5 yıllık periyot da, "Fındığın yerine biz de badem kullanalım. Çikolatada kullandığımız fındık oranına azaltıyoruz" demeyecekler mi? Azaltmadılar mı?
*
Gerçek, rakamlar ortada değil mi? Bunlara bakılması gerekmiyor mu? Sadece üretim üzerinden hesap kitap yapmanın devri çoktan kapanmadı mı? Pazar ve pazarlama, yani tüketim dikkate alınmayacak mı? Temel'in işi gerçekten zor.
Ama, Temel akıllı adamdır. Kıssadan hisse olması hesabıyla, Kayserili ile olan hikayesini paylaşmadan önce, Ziraat Odaları Ordu Koordinasyon Kurulu Başkanı Arslan Soydan'ın gerçeği resmetme adına yaptığı açıklamanın bir cümlesini paylaşalım:
-"Oluşan fındık fiyatlarından üreticilerimiz memnun. Fiyatlar 15-20 liraya ulaşırsa, tüketimde bir sıkıntı olacağı aşikârdır."
*
Gelelim, Temel ile Kayserili hemşerimin konumuz ile çok da ilgili olmasa bile hikayesine:
*
Temel Reis, yanında balık türlerini saymaya çalışan Kayserilinin, hamsiyi de listeye eklemesiyle yerinden fırladı ve “Hamsi balık değildir” diye adeta gürledi.
Gördüğü tepki karşısında afallayan, ancak bu sırada fıkralara bile konu olmuş, cin fikrini, bilgilerini yoklayarak kısa sürede aklına getiren Kayserili, hamsiyi balık türlerinden başka bir yere yine koyamadı. Ancak, çok iyi arkadaşı olan Temel’in bu kızgınlığına da bir anlam veremedi, ama hamsinin balık değilse, ne olduğunu da düşünmeye başlamadı değil!
Son bir hamle yaptı ve  “Balık değilse, nedir?” diye sordu. Temel Reis, bulundukları tren kompartımanında bir taraftan salamura hamsilerini yiyor; diğer yandan da bunların kılçıklarını da düzenli bir şekilde üst üste yığıyordu. Kayserilinin sorusu karşısında aklına bir muziplik geldi ve hemen cevap verdi: “ Hamsi denizdekilerin akılı güçlendiren, akıl verenler cinsindendir” dedi.
Kayseriliden, “Nasıl?” sorusu daha gelmeden o cevabı hazırlamıştı bile.
“Bak.Hamsi, akılı güçlendirmese, Karadenizliler, her şeye bu kadar kısa sürede nasıl cevap verir, nasıl çalışkan olurlardı? Hiç düşündün mü?”
Kayserili daha da afallamıştı. Ancak öğrenme isteği ve kazanma hırsı içini de kemirmiyor değildi. “İyi de, hamsiyi yiyorsun da, bu kılçıklarını niye ayırıp, düzenli bir şekilde yığıyorsun” diye tekrar sordu.
Temel Reis, “Hamsinin en değerli kısmı budur. Neden dersen, insanı daha da akıllandırır” diye cevap verince, karşısındaki “Bunları nasıl elde ederim?” diye çoktan düşünmeye başlamıştı bile.
“Bunları bana verir misin?” diye sorduğunda, Temel Reis, Kayserilinin çantasındaki lezzetli pastırmaların hesabını çoktan yapmıştı bile. “Ver pastırmaları, al hamsi kılçıklarını” dediği anda, kılçıklarla, hamsiler yer değiştirmişti bile.
Temel Reis, “Al bunları şimdi yavaş yavaş yemeye başla” dedi. Kayserili de kılçıklara girişti. Ancak hamsi kılçıkları boğazından aşağıya zor geçiyordu. “Bunlar boğazımdan geçmiyor” dediği zaman, Temel Reis, “Aklı kazanmak kolay mıdır? Sen yemeye devam et” diye seslendi. Kayserili hamsi kılçıklarını yiyor bir taraftan da “Hala bir değişme yok. Eskisi gibiyim” diyordu. “Sen yemeye devam et” diyen Temel Reis, bir taraftan da zevkle pastırmalardan atıştırıyor, diğer yandan akıl melekesinin daha da artmasını beklerken, hiçbir değişim olmadığını sık sık tekrarlayan Kayseriliye de cevap yetiştiriyordu. 
Kayserili, kılçıkları yemekten artık boğazından kan gelmeye başlaması ve gözlerinden yaşların acı nedeniyle yumruk gibi boşalması üzerine, “Yahu sen beni kandırıyorsun galiba. Bunların akıl-makıl verdiği yok” diyince, Temel Reis’in “Hah, işte bak, akıllanmaya başladın”  demez mi?