Müjdat Gezen üstadımız “Bizde demokrasi eksik. Pilav üstü az kuru gibi, az demokrasi olmaz ki. Ama bizdeki gibi, bu tip baskıcı rejimlerde, öyle bir şey yokmuş gibi gösterilip kendisini fazlasıyla hissettiren bir tek adam yönetimi var.” diyor.

Pilavın üstündeki az kuru gibi az demokrasiyi şimdilik  bir tarafa bırakıp üstadımız ile arkadaşı Erdoğan'ın pilav ile ilgili bir anısını benim de dostum ve yakınım olan Erdoğan abiden dinlemiştim :

“1960’lı yıllar. O zaman Yenikapıda ki kahvehanelere takılıyoruz. Bir akşam kahvehaneden çıktığımda Müjdat'la karşılaştım. Açtım ve param yoktu. Müjdat’a sordum o da açmış.

Benim üzerimde yarım ekmek parası vardı. Müjdat da bana:

80 kuruşum var 20 kuruşu eve dönüş param 60 kuruşunu harcayabiliriz dedi.

Bir esnaf lokantasının önünde durduk. Pilavın porsiyonu 60 kuruştu. Lokantaya girdik ve aşçıya:

-Bize yarım ekmek, az pilav ve iki çatal ver dedik!

Aşçı şöyle bir baktı. Sonra hiçbir şey demeden bizim servisi yaptı. Bizde karnımızı doyurduk.

31 Ekim günlü Cumhuriyet  Gazetesindeki köşesinde Gezen üstadımız Erdoğan abiden zayıf, çelimsiz, ama iyi bir insan diye söz edip kanseri yendiğini anlatıyor:

“Erdoğan amansız bir hastalığa yakalandı. Hem de akciğerinden. “Ben bunu yenerim ya, ne varmış teslim olacak” dedi”

Ben de Erdoğan abinin kansere teslim olmadığına, kanseri yendiğine, sigarayı bıraktığına tanık oldum. Aradan yıllar geçti, şimdi her akşam iki tek atıyor...

Geçen yaz karşılaştığımızda Erdoğan abi bize fıkralar anlatıyor, anılarından söz ediyor ve bizi kırıp geçirirken sık sık “rakı balık, Ayvalık” sözleriyle ortamı renklendiriyordu.

Müjdat Gezen üstadımızın Erdoğan abi hakkındaki yazısının başlığı: GIDASIZ’dı.

Gezen üstadımız “Erdoğan'ın lakabının başka nedenle takıldığını anlatır durur. Ondan dinlemek lazım” diyor.

Konuyu  merak ettim. Erdoğan abiye sordum. İşte Erdoğan abinin benimle paylaştığı cevabı:

“1963 yılıydı. Üniversitede okuyan öğrenciler Yenikapı da Kemal beyin kahvehanesinde toplanır sohbet eder veya ders çalışırdık. Sohbetlerde konumuz   çoğunlukla siyaset olurdu. O günlerde televizyon yoktu seçim ve siyasetle ilgili özelikle liderlerin konuşmaları radyoda yayınlanırdı.

Bir gün yine Kemalin Kahvehanesindeydik. Parti liderlerinden biri radyodaki propaganda saatinde palavra atmaya başlamıştı. Ben de tepki gösterip “millet gıdasızlıktan geberiyor bunlar da palavra atıyor” diye bağırdıktan hemen sonra o zaman ki Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar konuşmaya başladı. Aybar’ın ilk sözü “gıdasız yurttaşlarım, yoksul bırakılmış yurttaşlarım, köylü ve işçi yurttaşlarım oldu. Yani ben ısrarla milletin gıdasızlığından yakınır, sloğan atarken Aybar'ın da ilk sözü gıdasız oldu. Ve hem benim bağırmamı ve hem de Aybar'ın sözlerini duyan  arkadaşlarım ile  orada bulunan diğer vatandaşlar bana dönerek hep birlikte “gıdasız, gıdasız” diye tempo tutup tezahürat yaptılar. İşte lakabımın gerçek öyküsü budur. Zaman içinde bu olay değişik şekillerde anlatıldı.”

Gıdasızlığın tartışıldığı ve gıdasızlıktan yakınıldığı o gün takvimler 1963 yılını gösteriyordu. Şimdi yıl 2022. Sebze gramla, meyve taneyle satın alınıyor, karpuzda dilimle. Ete-süte-yumurtaya erişmek büyük sorun. Okula giden öğrencilerin açlığı konuşuluyor. Enflasyon almış başını gidiyor ve gıda da enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmış.  Bir zamanlar gıdaya erişmek tartışılırken şimdi hem gıdaya ve hem de insanların en doğal ve zorunlu hakkı olan barınmada konuta erişimin sıkıntısı içindeyiz.