Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalarken kendimizi bir anda 2024’ün ortasında bulduk.
Dün gibi gelen anılar, dün gibi yaşanan acılar adeta bir rüyadan uyanır gibi zihnimizde yankılanıyor. Peki, zaman neden bu kadar hızlı akıyor?
Tutulamayan zamanlar
İnsan; ömrü boyunca çocukluk yıllarının yavaş, yetişkinlik yıllarının ise hızlı geçtiğini düşünür. Bu durum beynimizin zamanı algılama şekliyle yakından ilgilidir. Yeni deneyimler, yeni bilgiler ve yeni duygular, beynimizde daha fazla sinaptik bağlantı oluşturur. Yaşımız ilerledikçe düşünme, öğrenme, hafıza gibi birçok zihinsel sürecin temeli olan bu bağlantılar artar ve zaman daha hızlı akıyormuş gibi algılanır. Ayrıca hayatımızda önemli dönüm noktaları olmadığında zaman daha yavaş geçerken, yoğun ve hareketli dönemlerde zamanın hızlandığını hissederiz.
Kaçan anlar ve anılar
Peki, bu hızlanan zamanın içinde biz neyi kaçırıyoruz? Hangi anları, hangi duyguları? Belki de hayatın anlamını sorgulamaya daha fazla zaman ayırıyoruz. Belki de geçmişe takılıp kalmak yerine, geleceğe dair umutlarla doluyoruz. Ya da belki de sadece anı yaşamaya çalışıyoruz. Zamanın akışı, insanın kontrolünde olmayan bir olgu. Ancak, bu akış içinde kendimizi nasıl konumlandıracağımız bizim elimizde. Hayatın kıymetini bilerek, her anı dolu dolu yaşamak ve geleceğe umutla bakmak, belki de zamanın hızına karşı koymanın en etkili yoludur.
Bir nehir gibi akıyor zaman; biz ise bu nehirde sürüklenen yapraklarız. Yapraklar nehrin akışını değiştiremese de nehirde nasıl yol alacaklarını seçebilirler. Biz de zamanın akışını durduramasak da bu akış içinde nereye sürükleneceğimize karar verebiliriz.