Bilinen bir hikâyeyle başlayalım. Kurtla Kuzu yamaçtan akan bir dere kenarında rastlaşırlar. İkisi de su içme niyetindedirler ve Kurt yukarda, Kuzu aşağıda su içmeye başlarlar. Bu arada Kurt Kuzuyu gözüne kestirmiş ve onu yemeye karar vermiştir. Kuzuya dönerek, suyumu bulandırıyorsun der. Kuzu cevaben, Kurt kardeş ben senden aşağıdayım, senin suyunu nasıl bulandırabilirim der. Kurt ısrarla bulandırıyorsun der ve Kuzunun bütün itirazlarına rağmen Kuzuyu yer.
 
Emperyal sömürgecilere göre Dünya’da yenecek çok ‘'kuzu'’ var. Arap Dünyasının ve Orta doğunun bu günkü hale gelmesinde hiç şüpheniz olmasın, baş müsebbip ve kışkırtıcı ABD'dir. Bölgenin yeraltı zenginlikleri (Petrol ve Gaz) Yüz Elli yıldır ABD, İngiltere ve Fransa'nın gündeminden hiç düşmedi ve düşmeyecek gibi görünüyor.
 
Bölgenin parça parça edilmesinin plânlamasının yıllar önce Amerikan kurumlarınca yapıldığı bilinen bir gerçek. Bilinen ve yaşadığımız zeminin oluşmasına bölge yönetimlerinin uygulamaları ile bahane yarattıkları da bir gerçek. Despotik ve baskıcı yönetimler bölgede yaşam biçimi oluşturmuş, asgari İnsan Hakları bile yönetenler ve egemenlerce yok sayılmıştır.
 
16. ve 17. yüzyılda başlayan İngiliz ve kimi Avrupa Devletlerinin istilacı ve Hegemonik yönetim anlayışı, 20. yüzyılda ABD'nin eline geçti. Egemen güç olmak sevdasıyla Hitler Faşizmini desteklemesinin yanında, ABD'nin bu anlayışının sonuçlarını Kore’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da, Cezayir’de, Fas’ta, Tunus’ta gördü insanlık.
 
ABD'nin Suriye’de El Şayrat Hava üssü saldırısı Kurt-Kuzu hikâyesidir. Suriye Devlet güçlerinin Idlib'in Han Şeyhun bölgesine Kimyasal saldırı yaptı bahanesiyle, Suriye Devlet egemenliğindeki Hava üssüne Füze yağdırarak Arap ve Ortadoğu Coğrafyasındaki paylaşım kavgasında belirleyici olmak istediğini pekiştirmeye çalışmış ve Suriye yönetimini suçlu ilan etmiştir. ABD her zaman ve her terde olduğu gibi ‘Kuzu postuna bürünmüş Kurt’ rolünü oynamıştır. İnsan Hakları bahanesiyle kuzuyu yemeğe karar vermiştir.  
 
1980 12 Eylülde yapılan ‘Bizim Oğlanlar’ darbesi hazırlığında Türkiye’de oluşan, özellikle vahşi kapitalist liberalizme açık, gerici, dinci iktidarlar ve AKP iktidarında yaşadığımız 15 Temmuz ‘paylaşım darbesinin’ altında Kurt-Kuzu hesabı yatmaktadır.
 
ABD Türkiye'yi Irak Savaşına sokamadı. Bunun acısını misli misli çıkarma peşinde. Suriye’de, Türkiye üzerinden kazanım elde etmeye çalışırken, gelecekte Türkiye'nin de hesabını görmenin peşinde.
 
Bu karmaşa içinde Türkiye, Cumhurbaşkanlığı ( Başkanlık-Tek Adamlık) rejimine geçmek için Referanduma gidiyor. Oylarımızla bu koca ülkeyi ‘Parlamenter rejim içinde, Demokratik yöntemlerle birlikte mi yönetelim, yoksa bütün yetkiyi, hatta Türkiye'nin tapusunu da bir kişiye verip rejim değişikliğine’ mi gidelim kararını vereceğiz.
 
Toplumumuzun oy tercihi hayli muhafazakâr ve tutucu. Bu tutumda Dinsel değerlerin acımasıza kullanımı ve hamaset söyleminin rolü var. Toplumsal güvensizliğin verdiği korku da toplumun siyasi açılımını engelleyen unsurların başında geliyor.
 
Referandum ülkemizin ve hepimizin geleceğini belirleyecek. Tarih bizleri imtihan ediyor. Alışkanlıklarımızla devam edip aynı doğrultuda oy kullanarak, vekâletimizi bir kişiye bırakırsak tüm Beşeri, Sosyal ve ekonomik varlığımızın sonunun ne olacağını bilemeyiz.
 
Bu Referandumda, halkımız alışkanlıkları çerçevesinde, her zaman olduğu gibi oy kullanmamalı. Bir değil, yüz değil, binlerce kez düşünmeli, geleceğimizi binlerce kez tartıya koymalıdır. Yıllardır yürüdüğü dar çığırda düşe kalka yürümek yerine, kendisinin açıp döşediği Özgürlük, Demokrasi ve Hukuk asfaltından gülerek, koşa oynaya yürümelidir.
 
17 Nisan sabahı ya yüreklerimiz burkularak karanlıkta uyanacağız, ya da pırıl pırıl parlattığımız bir güne, ışığa uyanacağız. Yarınlar birilerinin elinde değil, kendi ellerimizdedir.