Kapımı aralayan biri gelse diye bekleyen, dedemin, 1944 yılında yaptırdığı, büyüklerimin gençliğinin geçtiği, babamın ve bizlerin çocukluğunun geçtiği, senede 1 ay fındık toplama zamanı ve hafta sonları gezmeye gittiğimiz hatıralarla dolu eski köy evimizi, her gördüğümde duygulanmamak mümkün değil.
Mutlu , hüzünlü ne güzel günler yaşandı o evde…
Bir gün, açtım uzun zamandır açılmayan o eski evin kapısını, taş merdivenlerden çıkarken düşündüm, 7-8 yaşlarındayken çok yüksek gelirdi, korkardım çıkarken düşerim diye, şimdi basamakları çift çift atlıyorum..
Eski bir kapısı vardı evin, açınca içeride 2. bir büyük kapı, tavana kadar yüksek. Geniş bir giriş salon, 4 büyük oda...Yüksek tavanlı, küçük pencereler, yine yüksek orijinal kapılar.. Bir ara mutfağa girdim, kocaman oymalı işçiliği olan şömine, üst tarafında raf ta, 3-4 tane boy boy, yerleştirilmiş gaz lambaları, birden, şöminenin içinde yanan odunların alevlerinin, odaya yansıması canlandı gözümde, dedem hep o köşede minderinde oturur, beni ve kardeşlerimi yanına alır, bakır cezvede kahve yapmayı öğretirdi bize, çocuklar kahve içmez der, ama fincanın alt tabağına biraz koyar birer yudum tattırırdı, kıyamazdı, özellikle de bana…
Uzun bir sedir vardı oturduğumuz odada, bir baştan bir başa, yine duruyordu orada. Misafir geldiğinde orada otururdu. Dolup taşardı evimiz.
Duvarlarda, lisede okurken benim astığım manzara resmi olan çerçeveler hala duruyordu asılı. Sandalyeye çıkıp çivi çakıp astığımı dün gibi hatırlıyorum.
Dışa bakan alanda, alttan destekli, tamamen ahşap tahtadan yapılmış, parmaklıkları olan betonla alakası olmayan doğal bir balkon.. Minderleri yerlere koyar saatlerce sohbet eder, oynardık orada.
Alt katta, eskiden hayvanlar için kullanılan, sonra depo olan kocaman bir ahır vardı.
Ahşap evin huzurunu tattığım bu evde, kuş sesleriyle ve güneşin cama vurmasıyla uyanırdım. Dedem yaşlanınca, son senelerde o evde kalmıştı. Hafta sonları 3 kardeş yatılı giderdik yanına, bizi gördüğünde ilgi alakasını görmeliydiniz. Çok severdi bizleri, en küçük çocuğunun çocuklarıydık, torun sevgisini yaşıyordu yaşlılığında bizlerle.. Oturturdu dizlerinin dibine, eski günlerini anlatırdı. Özelliklede ben… Sürekli soru sorardım... Çok meraklıydım, hala da devam ediyor bu merak duygum.
Tavanda, demir vardı minik, salıncak için. Hemen hemen her evde olurdu kolan (Karadeniz kadınını dokuduğu, yük taşımada kullanılan uzun kalın bir ip ..) Kolan yukarıdan demirden geçirilir salıncak yapılırdı, arasına minder koyar, bir ileri bir geri sallanırdık. Arada kavga ederdik sen bineceksin ben bineceğim diye...
O evde yaşayan büyüklerimin çoğu vefat etti, anılarını, eşyalarını, geçmişlerini, sevdiklerini ve her şeylerini bırakarak aramızdan ayrıldı.

Ara ara gitmek lazım, KİMSESİ KALMAMIŞ olan bu eski evimize...

Anılarla dolu bu evimizin tam karşısına babam ve kardeşlerim yeni bir ev yaptırdı, 10-12 sene olmuştur. Tripleks, 2 bitişik modern ev, beton yığını her katta sürgülü camlardan oluşan balkonlar, teraslar, gaz lambalarının yerini alan avizeler, spotlar, ahşap yerini betona bırakmış, içinde insan sayıları azalmış 2-3 kişi her bir kişiye ayrı odalar... Bizler, çocukken kardeşlerimle aynı odada yatardık, sabahlara kadar güler, sohbet ederdik. Duygular ruhun dilidir, hayatı yaşayarak tüketmek, sevgi ile yaşamak gerekir diye düşünüyorum. Çok yazmak istediklerim var ama sıkmak istemiyorum sizleri daha fazla... Burada bitireyim. Son söz olarak

Geçmişte ruhunda açılan yaraların bıraktığı izlerle gurur duy, yarası olmayan bir ruh yaşamamış bir ruhtur. 
En güzel günler sizlerle olsun...