Cemal Ahmet Kaşıkçı, Suudi Arabistan'ın Medine kentinde dünyaya gelen bir gazeteciydi. Başarılı bir gazeteci olduğundan dünyanın birçok yerinde görev yaptığı gibi Suudi Kraliyet ailesine de danışmanlık yapmıştır.

Ancak daha sonra insan hakları uygulamaları bakımından Suudi Arabistan yönetimini eleştirmeye başlamış ve Amerika Birleşik Devletlerine yerleşmiştir. Buradaki yazılarında Suudi Arabistan'da yenilik isteyen insanların uğradığı büyük haksızlıklara değinmiş ve ayrıca Veliaht Prens Muhammet Bin salmanı da birçok yazısında eleştirmiştir.

Gazeteci Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 günü de İstanbul'da bulunan Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'na boşandığına ilişkin belgeleri almak için gitmişti. Gitmiş, içeri girmiş ama sonrasında dirisi içeriden çıkamamış, ölü bedenine de ulaşmak mümkün olmamıştır. Konsolosluk önünde bekleyen Türk nişanlısı Hatice Cengiz de polisi aramıştır. Konsolosluğa girdikten sonra orada neler olduğu konusunda ise bizde ve dünyada çıkan haberleri bir yana bırakıp Birleşmiş Milletler Keyfi ve Yargısız İnfazlar Raportörü Agnes Callamard'ın Kaşıkçı'nın öldürülmesi raporunu anımsatmak istiyorum;

Rapora göre Kaşıkçı, konsolosluğa girdikten sonra içeride onu bekleyen infaz ekibi tarafından öldürülmüştür. Olay bir film senaryosu gibi gerçekleşmiştir. 2 Ekim 2018 tarihinde Kaşıkçı'yı öldüren on beş kişilik infaz ekibinden beş kişi diğerlerinden ayrılarak Başkonsolosun rezidansına gitmiştir. Saat 13.15'te içeriye giren Kaşıkçı, Türk istihbaratının elinde olan bilgilere göre girdikten sonraki ilk 10 dakika içerisinde öldürülmüştür. Kaşıkçı, içeriye girdikten sonra Başkonsolosun makamında bir karmaşa çıkarılmış ve Kaşıkçı anestezi verilerek uyutulmuş sonra da boğulmuştur. Sonrada testere sesleri duyulduğu raporda belirtilmektedir. Biraz sonrasında da konsolosluk araçları konsolosluğu terk etmiş ve başkonsolosun rezidansına gitmişlerdir. Rezidansa giren üç kişinin ellerinde plastik çöp poşetleri ve tekerlekli bir bavul görülmektedir. Yani cesede ait parçalar plastik çöp poşetleri içinde tekerlekli bir bavula konmuş ve başkonsolosun rezidansına götürülmüştür.

Bizim kaynaklar da ise infaz timinin Kaşıkçı'yı etkisiz hale getirmek istediğinde Kaşıkçı'nın direnmeye çalıştığı ve poşet benzeri bir malzeme ile boğulduğu yazılmıştır.

7-8 dakikada gerçekleştirilen boğulma olayından sonra bu vahşet sürdürülüyor ve infaz timinin adli tıp başkanı Al Tübaigy, müzik açıp cesedi 15 parçaya ayırıyor.

Bir insanın yaşam hakkının tasarlanarak vahşet bir uygulama ile ve canavarca his ve yöntemlerle son verildiğinden kimsenin kuşkusu yok.

BM Raportörü Kaşıkçı'nın yaşam hakkına hiçbir neden yokken keyfi olarak son verildiğini saptamıştır. Bilindiği gibi infaz ekibi Türkiye'ye geldiğinde konsolosluk çalışanlarına da izin verilmişti.

Başkonsolos Mohammed Alotaibi, cinayetten 2 hafta sonra Türkiye'den ayrılmıştır. 1963 tarihli Viyana Konvansiyonu'nun 41'inci maddesine göre "Konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, ancak, ağır bir suç halinde ve yetkili adlî makamın kararı ile olur" denilmektedir.

Ayrıca bizim yetkililerin olaydan sona Başkonsolosluk binasına girmek için 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi ve 1963 tarihli Viyana Sözleşmesindeki hükümlerine göre Suudi makamlarının resmi iznini beklemeleri normal karşılanabilir. Bu konuda uluslararası uygulamalar örnek gösterilerek bir yol da izlenebilinirdi.

Ancak eldeki verilere göre, Kaşıkçı'nın parçalar halindeki cesedi başkonsolosun rezidansına yani evine getirilmiş ve geri kalan işlemler burada yapılmıştır.

1963 tarihli Viyana Sözleşmesinde ise konsolosluk görevlilerinin konutlarının-rezidansının dokunulmaz olduğuna ilişkin bir hüküm yoktur. Bu nedenle yetkililer Başkonsolosun konutunda ve konuta ait kısımlarda, bahçede ve hatta araçlarda gerekli incelemeleri yapabilirlerdi.

İNFAZ TİMİ SERBEST

Erdoğan, 23 Ekim 2018'de işlenen bu cinayet nedeniyle "Bu cinayetin planlı işlendiğine dair elimizde deliller var. Kim bu yerli işbirlikçi? Bu 15 artı üç kişinin yargılanmasının İstanbul'da yapılması teklifimdir" demişti. Bahçeli de "Cinayetin failinin Türkiye'de yargılanması sağlanmalı" demişti.

Dava İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde açıldı ama şüpheliler mahkeme huzuruna çıkarılamadı. Duruşma C. Savcısı da durdurma kararı verilerek dava dosyasının Riyad'a gönderilmesini isteyince mahkeme Adalet Bakanlığından görüş sordu. Şimdiki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise dava dosyasının Suudi Arabistan'a gönderilmesi konusunda olumlu görüş bildireceklerini açıkladı.

Önceden yaşanmış bazı yargı kararları bazı diplomatik ilişkiler dönemine rastladığı için eleştirilmişti. Bu kezde Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan'a gönderilmesine ilişkin yargıdaki gelişme Ankara'nın Riyad ile normalleşme adımlarını attığı döneme rastlamaktadır.

İstanbul 11. A.C.M'sinin dava dosyasındaki iddianamede bir kısım şüpheliler "tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek kasten öldürmeye azmettirme" suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış yaşam boyu hapis cezasına çarptırılması istenirken, bir kısmı hakkında kanıtları karartmaktan ötürü cezalandırma istenmektedir.

Riyad'daki Ceza Mahkemesi ise yargılamayı sonlandırmış sanıklardan 5'ine 20'şer, 2 kişiye de 7'şer yıl hapis cezası vermiştir. Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosu için bir dava açılmamıştır. Sanıkların hepsi şu an serbesttirler.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından hazırlanan raporda Suudi Arabistan, Kaşıkçı'yı kasten ve taammüden öldürmekten sorumlu tutulduğu gibi; " Suudi Arabistan, diplomatik ayrıcalıkların istismarı ve kendi toprakları dışında güç kullanımı yasağını ihlal etmekten ötürü Türk Hükümetinden özür dilemeli" denilmişti. Bu özrü beklemek Türkiye olarak bizim hakkımızdır. Ayrıca raporda Suudi Arabistan suçlandığından, suçlanan bu devletin din temeline dayalı yargısının da verdiği ve vereceği kararın çağdaş hukuka uygun olmayacağını tahmin etmek zor değildir.

Gelinen aşamada Suudi Arabistan'la adli yardım anlaşmamızın bulunmadığı, şüphelilerin yabancı devlet vatandaşı olmaları ve kırmızı bültenle aransalar bile Türkiye'de bulundurulmalarının ve kanıtların toplanmasının güç olduğu düşünülse bile hukuksal egemenlik hakkımızı sonuna kadar kullanmamız gerektiği kanısındayım.