Oturduğum evi badana yaptırcaktım. Dün boyacılar gelmeden kolaylık olsun onlara diye, toparlayayım bazı eşyaları dedim. Perdelerden (Stor..)başladım, ev bir aydınlandı ki, karanlıkta oturuyormuşum meğerse…Bir zamanlar moda olan köşe masaları, zigonlar, süslük abajurlar kalktı sırayla, masa üzerindeki aksesuarlar da.. Duvarda çivilerde asılı birkaç tabloyu aldım, sonra sırayla annemden kalma antika dantel örtüleri kaldırdım sehbaların üzerinden, ya sayısız çerçeveler ne demeli ; önce kendimizin, sonra çocukların düğün, nişan daha sonra da torunların fotoğraflarıyla dolu ahşap, metal, gümüş çerçeveleri kaldırdım bir bir.. ( Sadece ben de değil, hemen hemen her evde vardır bu dediğim..)İki üç saksı çiçeği, süs eşyaları, ne kadar ıvır zıvır varsa koydum şimdilik depoya.. Geçtim karşı köşeye şöyle bir baktım odaya ;

Az eşya çok huzur dedim, oturduğum alan genişledi, içim ferahladı.. Neden bu kadar dolduruyoruz evimizi ki? diye düşündüm durdum. Bu güzel sadelik varken neden ? neden? dedim. Hayatımızı feda ederek kazandığımız parayı belki de kullanmayacağımız eşyalara harcıyoruz.

Sakin ve sade bir alanda yaşamak insan psikolojisi üzerinde iyileştirici etkisi varmış diye duymuştum.Aslında fazla eşya yükmüş bizlere. Yaşam alanında eşyanın daha az, insanın daha çok alana sahip olması gerekir.

Minimalizm’in özeti bu olsa gerek. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan bu akım popüler bir yaşam felsefesine dönüştü. Üstüste binmiş eşyalar, dolaplarda tıklım tıklım dolu kıyafetler, çekmecelerdeki ıvır zıvırlar, gün gelir lazım olur diye atmaya kıyamadığımız araç gereçler , daha neler neler. Tıkış tıkış olan her şeyden ne zaman kurtulacağız? Hınca hınç dolu evde temizlik yapmak da ne kadar zor…

Ben dersimi aldım, 60 yaşa gelince daha iyi anladım bu durumu. Siz gençler önceden, vakit çok geç olmadan engelleyebilirsiniz bu yükten kendinizi .

Daha sonra da;

Gereksiz alışkanlıkları, gereksiz kılık kıyafetleri,gereksiz insanları, gereksiz konuşmaları, gereksiz düşünceleri bırakabiliriz adım adım.. diyorum