Günlük  yaşamda en çok kullanılan sözcüklerden biri de sevgi sözcüğü olmalı.  Sık sık duyar ya da okuruz;  “…İnsanlar sevmeli birbirlerini…”; “…Her işin başı sevgi…”; “sevelim birbirimizi, sevgi gibisi yok…” Bırakın başkalarını, aynı ailedeki iki kişinin bile birbirlerini sevmeleri hiç de öyle kolay değilken, sanki sevgi alanı özerk bir alanmış da nedenselliğe bağlı değilmiş gibi, ikide bir sevmeyi öğütleyen sözler söylenmesi, bir sevgi susuzluğunu mu dile getiriyor acaba? Kim bilir, belki de?

Sevgi konusunu içgüdüsel sevgi (annenin çocuğuna olan sevgisi) ya da aşırı kör sevgiyle (aşk, sevi) değil de pek, karşılıklı doğal ilişkiler içinde oluşmuş bilinçli diyebileceğimiz bir sevgiyle, böyle bir sevginin içeriğini, nedenlerini, koşullarını anlamaya çalışarak irdelemek en doğru yol tabi. Gerek karşı cinse duyulan aşk, gerek aşırı anne duygusallığı, içlerinde yoğun sevgi öğeleri taşır görünseler de, bilinçsel bir körleşmeyi çağrıştırıyorlar hep. Sözgelimi, “çok aşık”(!) biri, kendisine yüz vermeyen “sevgili”sini(!) öldürebiliyor. Gerçekten seven öldürebilir mi? Para vermediği için oğlu tarafından bıçaklanmış bir anne, “Oğluma bir şey yapmayın…Affettim onu ben,..” diye bağırabiliyor sedyeyle hastane kapısından içeri sokulurken. (Yıllar önce, bu görüntülü haberi televizyonda izlerken, “bir annenin kendi çocuğundan gelen en ağır acıları bile sevmesi, mazoşizm değil de ne, bu nasıl sevgi?” diye düşünmüştüm.) Çok uç örnekler olsalar da bunlar, gerek içgüdüsel sevgiye, gerek aşk dediğimiz kör sevgiye ilişkin ipuçları verebiliyorlar bize. 

Sevgiyi bir yaşantı, somut bir yaşamsal süreç olarak değil de, soyut bir kavram olarak gören bu tanımlamalara göre sevgi, bir kişiye ya da bir şeye karşı duyulan ilgi, bağlılık, içtenlikli yakınlık duygusu, derin sevecenlik; o kişinin ya da şeyin iyiliğini isteme, ona içten bağlanmadır.