OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) Eylül ayı raporunu yayınladı. Bu raporda, Türkiyenin 2021 yılında yüzde 8,4 oranında büyüyeceğini ön görüyor.

Türk ekonomisinin büyüdüğü bir gerçek. Ancak, ülkemizde ekonomik büyüme denildiği zaman, insanlar, kendi ceplerine bakıyor. Neden ekonomik büyüme bana yansımadı hesabı yapıyor.

Kriz dönemlerinden sonra, yüksek büyüme hızı yakalanır. Bu bir hesap tekniğidir. Büyüme, bir önceki yıl üretilen mal ve hizmetlere göre, bu dönemde meydana gelen artışın hesabıdır. Kriz dönemlerinde, üretilen mal ve hizmetlerin değeri düşer. Düşük değere göre, artış sağlamak normal ekonomik sonuç olarak algılanmalıdır.

Ülkemizin hesaplama tekniği bellidir. Her bir birimlik büyüme 170 bin ilave kişiye iş veriyor. Bizi ilgilendiren en önemli sonuç budur. 4 milyondan fazla işsizi olan bir ülkede, büyüme sayesinde istihdamdaki artıştan herkesin memnun olması gerekir. Bazı kesimler memnun değiller. Uluslararası ekonomik kurumların teyit etmelerine rağmen, ekonominin büyüdüğünü kabul etmiyor.

En çok şikayet edenlerin sabit gelirliler olduğu görülüyor. Başı emekliler çekiyor.

-Ülkemizde emeklilik sistemi çöküyor. Bu çöküntüyü, hiç bir siyasi parti dile getirmiyor. Emekliler, emekli sisteminin çökmesinin sorunlarını yaşıyor. Onlara, ekonomik büyümden pay çıkması mümkün değil. Zira ekonomide kurallar vardır. Hiç kimse, üretimde yarattığı katkıdan daha fazla pay alamaz. Emekliler, şu anda üretime katkıları yok. Emeklilik sisteminin ayakta durması nedeniyle aylık alıyorlar.

Her ülkenin, emekliye ayıracağı sınırlı fon vardır. Bu fon, çalışanların ve emeklilerin sayısına göre belirlenir. Çalışanların, 1/ 5 ini geçemez. Yani 5 çalışan bir emekliye bakabilir. Ülkemizde, emekli sayısı, çalışan sayısının yarısına ulaşmış. Böyle devam ederse;

Emekliye ayrılan fon / Emekli sayısı

formülünün rakamsal sonucu hızla düşecek ve emeklilerin satın alma gücü de düşecektir. Büyümeden ben neden pay almıyorum diyen emekli sayısı artacaktır.

Şikayet edenlerin ikinci sırasında, ekonomiye katkısı olmayan ya da katkısından daha çok pay almak isteyenler var. Bunların emeği verimsizdir. Bilhassa, okumuş-mesleksizler bu sınıfı oluşturuyor. İmam Hatip mezunları başı çekiyor. İmam hatip mezunu genç, okul bittikten sonra amele olduğunun farkına varıyor. Aynı durum, yüksek lise gibi eğitim veren üniversite bitirenler için de geçerlidir.

Üçüncü sırada, ekonomik gelişmeye ayak uyduramayanlar vardır. Sanayi üretiminin ulusal hasılaya oranı arttıkça, tarım sektörünün payı azalır. Türkiye sanayileşiyor. Sanayileşen Türkiyede tarım sektörünün payı giderek azaldı. Yüzde 5 seviyesine kadar indi. Toprakta üretim yapanlar ve tarımsal sektöre mal satanların taleplerinde düşmeler olacaktır. Nitekim, tarımsal üretim yapanlar şikayetçi. Ayrıca, tarımsal sektöre mal satan esnaf da şikayetçi. Sanayiye bağlı ekonomik büyüme sektördeki sorunları çözmez. Derinleştirir.

Dördüncü sırada, tüketim alışkanlıkları var. Toplum sanayileştikçe, tüketim kalıpları da artıyor. Bir kuşak öncesi için lüks sayılan tüketim kalıpları, bir sonraki kuşak için zaruri tüketim olarak değerlendiriliyor. Daha fazla tüketime gelir yetmeyince sızlanmalar başlıyor.

Beşinci neden ise, ekonomik büyümenin yarattığı gelir artışı, fert başına gelirde önemli bir artış sağlamıyor olmasıdır. Türkiyenin uzun vadeli büyüme trendi yüzde beş dir. Sabit gelirlinin ücretinde meydana gelecek yüzde beş, ayda 120 lirayı geçmez. Bu rakam yansımış olsa dahi sorunlarını çözmeye yetmiyor.

Altıncı sırada, orta gelir tuzağı var. Türkiye 2012 yılında bu tuzağa yakalandı. Tuzaktan çıkabilmesinin yolu, büyüme hızını sürekli yüzde 7 nin üzerinde tutması gerekiyor. Pandemi nedeniyle, 2020 yılında yüzde 1,8 büyüyen Türkiyenin bu yıl yüzde 9 büyümesi, orta gelir tuzağından çıkmasına yetmiyor.