Yaşamımdan kesitler düşüyor belleğime bazı zamanlar… Birbirinin aynı olan, kendi kendini tekrar edip, kendi kendini artıran anlar. Tıpkı kitaplığıma elimi her uzatışımda seçtiğim kitabın aynı olmasına karşın her elime alışımda içimde farklı duyguların uyanması gibi. Kendisini tekrar eden anlar da o ana bakış açımı durmaksızın değiştirmekle kalmıyor, o ‘an’dan farklı kazanımlar elde etmemi de sağlıyor aslında!

    Durmaksızın dönüp duran plağı sevmek gibi seviyorum anlarımı, anılarımı. Tekrar ettikleri müddetçe, tekrarlarıyla bana yeni duygular kattıklarınca…

    Bazı kitapları belirli periyotlarla tekrar okumayı seviyorum. Biliyorum o kitabın hangi köşesinde hangi sözcüğün hangi cümleyi oluşturduğunu ama tekrar okumakla gözden kaçırdığım, satır aralarında kendini saklayan gerçekleri de yakalıyorum gibi geliyor bana.

   “Atladığım bir şeyler mutlaka olmalı! Bu kitabın anlattığı bu kadar değildir, dahası vardır derinde bir yerde!” diyorum kendime. Cümlelerin dibine gidiyorum ve tırnaklarımla, gözlerimle kazmaya başlıyorum orayı, dipte kalmış bir şeyler olmalı düşüncesiyle! Ve her defasında yeni bir şeyler keşfetmenin haklı gururuyla diplerine çamur karışmış tırnaklarıma bakıyorum.

***

   Herkesin birbirini anladığına, anlayabileceğine dair destansı bir düşüncem var. Bütün dillerin ortak noktasında buluşabileceğimizi, duyguları olmasa dahi nesneleri anlatabileceğimizi düşünüyorum birbirimize. Birbirimize anlatacağımız ve anlatmamız gereken yığınla şey olduğunu düşünüyorum. Ortak acılar üzerinden yol alıp, varlığından da yokluğundan da tam olarak emin olamayacağımız destansı “varlıklara” dair fikirler türetebileceğimiz zamanların olduğunu ve o zamanların bir gün mutlaka geleceğine dair beslediğim hayalim var. Çünkü biliyorum ki tüm insanlığın ortak yaslarından, ortak sevinçlerinden, ortak galibiyetlerinden ve ortak yenilgilerinden güç alarak gelişiyor dünya. Ortak bir duygu çerçevesinde sokaklara dökülen, ağlayan, sevinen insanların varlığından güç alarak varlığını sürdürmeye devam ediyor dünya.

***

   İnsanlığın ilk zamanlarında, felsefenin varlığından habersiz insanların mağara duvarlarını çizmeye başladığı dönemlerde, işte tam da insanlığın kendi kendini yok etmeye ve bitirmeye yeminlenmediği zamanlarda yaşamış tüm iyi yürekli insanlar aklıma geliyor bazen. O zaman kendimi bambaşka bir dünyanın varlığına ikna etmek zorunda hissediyorum her nedense. Ama şimdi, bir dönemden sonra birbirini yok etmek için zaman kollayan, sürekli saatine bakıp saniye tutan, gözlerini dahi kırpmadan bekleyen delice insanların varlığına inanıyorum üzülerek. Tüm kötü kalpliliğini, irinli yüreğini salıvermek için bekleyen delice bir kalabalık…

   Bazen size de öyle olmuyor mu? En çok bu düşündürüyor beni.