Merhaba dostlarım.

Bugün sizlerle geçen haftaların genel konularından konuşalım istiyorum. Gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurmakta zorlananlar yahut bunu çok kolay şekilde gerçekleştirenler olabilir. Ben bu zor taraftayım.

 

İnatçılık olarak değil ama kendi konfor alanından çıkabilmenin zor geldiği kişilerdenim. Yani şöyle ki; alışkanlıklar ve rutinlerimden kolay kolay vazgeçemeyen biri olarak çok zorlandım. Tembel teneke değildim ama çalışkan karınca da olamamıştım. İki arada bir derede derler ya o hesap işte benimki... Yuvarlanıp yaşadım otuz üç sene.

 

Dile kolay. Otuz üç senenin bana yerleştirdiği ruhsal ve bedensel alışkanlıkları kırabilmek tahmin edersiniz ki kolay olmadı. Tam anlamıyla da kıramadım. Hala gel gitlerim var. Hala alışamadığım durumlar, bir çırpıda başa dönebileceğim hallerim var.

 

İşe nereden başladım? Neler yaptım?

 

Sabah rutinlerimi değiştirmekle işe başladım. Örneğin erken kalkmayı amaç edindim. Çünkü erken kalktığım her saat kendime daha fazla zaman ayırabildim. Koşar adım bir yerlere yetişmeye çalışmadım. Rahat ve sakin bir şekilde hazırlanıp işe gittim. Bir kere daha dinç uyandım. Daha enerjik ve pozitif başladım güne. Kahvaltı yapma fırsatı buldum mesela. Ve hatta kahvaltının mutlulukla alakası olduğuna inananlardanım.

 

Yüzümü yıkarken; günlük rutine çevirmeye çalıştığım cilt bakım ürünlerini kullanabilme fırsatım oldu. Ve bu sadece bir saat erken kalkmakla bile olabilecek şeylerdi. Kadınlar makyaj yapmaya fırsat bulur, erkekler de saç yıkamaya veya tıraş olmaya... Haftanın altı günü bir saat erken kalkmak demek toplam altı saat öncelikli ve ayrıcalıklı olmak demek. Bu altı saatte neler yapılır? Saatte elli sayfa kitap okuyan biri üç yüz sayfalık kitap okumuş olur. Altı saat spor yapmış olur. Ruhunu dizginlemek adına meditasyon yapmış olur. Kendine ayırdığı vakit için öz benliğini mutlu etmiş olur. İzleyemediği ve çok istediği iki film izlemiş olur. Takip ettiği dizinin yeni sezonu gelmiş ise üç dört bölüm izlemiş olur. Ve tüm bunları sadece her gün bir saat erken kalkmakla yapmış olur.

 

Çocuk sahibi olanlar için ise çocuklarıyla vakit geçirmek için zaman bulmuş olur. Zaten çoğumuz hayat galesinde zamansızlıktan şikayetçiyiz. Sadece bir saat ile daha çok şey yaparız. Mutfaktan sıkıldıysak kahvaltımızı yahut akşam yemeğimizi balkona taşırız. Özenerek yemek yaparız. Salata bile olsa. Kişisel alan oluştururuz kendimize. Belki bir kitap okuma köşesi, boyama yapma köşesi, örgü örme köşesi yahut uyuma köşesi... Yeter ki kendimiz için yapalım. Yaptığımız her işin anından zevk alarak ilerleyelim.

 

An çok değerli. An'da kalabilmek ise çok zor. Hep bir koşturma, bir yere yetişebilmek için zorluyoruz kendimizi. Oysa ruhumuz dinginlik istiyor. Sakin kalmak, yaptığımız her işi layıkıyla ve zevk alarak yapmak istiyor. Acele işin şeytanı peşinde olur. Biraz sakinlikle ve huzurla gereken öz şefkati kendimizde bulabiliyoruz.

 

Biliyorum çok zor. Zor gelecek size. Bana da zor gelmişti. Ama ısrarla devam edince rutin haline gelip, rahatlıyorsunuz. Kaç gün devam edilmeli. Yirmi bir gün. Bu yirmi bir gün boyunca aynı şeyi tekrar ettikçe biyolojik yapımız ve beynimiz onu kodlamaya başlar ve rutin olarak algılar. Yirmi ikinci gün kendiniz zorlamadan kalkarsınız yahut her ne yapıyorsanız otomatik onu yapmaya başlarsınız.

 

Hep evdeyseniz erken kalktığınız bir sabah yarım saat yürüyün. Temiz havayı derin derin soluyun. Sadece on dakika burundan alıp ağızdan verme metodunu uygulayın. Beyniniz bile rahatlayacak, pozitif enerji dolacaksınız. Deneyin ve an’ın tadını çıkarın.

 

Bu haftalık benden bu kadar. Haftaya değişik bir konu ile geleceğim. Bekleyin beni. Hepimize sağlıklı ve sıhhatli haftalar dilerim. Hoşça kalın...