Devleti; Allah’la muadil tutanlara nasıl anlatılır ki devlet?
Veya devleti tamamıyla Şeytanlaştırana.
Ülkemizde, devlet memurlarının görev ve yer değiştirmelerinde, giden-gelen arasında hiçbir tecrübe, bilgi paylaşımı yoktur. Bırakın böylesi bir devir teslimi; “şu konular eksik kaldı, tamamlarsınız, bilginiz olsun” dahi denilmez.
En azından, paylaşımın firesiz yapıldığını, hiçbir kamu çalışanı söyleyemez.
32 yıllık devlet memurluğumda, bu tespitimi tartışmaya açabilecek, 2 kurum biliyorum: Milli İstihbarat ve Jandarma Teşkilatı. Bu iki kurumda kesinlikle, halef-selef ciddiyeti vardır. Standardizasyon ileri seviyededir. Kolay devir alınır yani.
Devlet tarafından mağdur edilenlerden de, edilenlerin yakınlarından da,  devlete eleştirel yaklaşanlardan da; devlete, çoğu zaman bir kutsiyet atfetme, övme ve teslimiyet duyarsınız, görürsünüz. Niye? 
Çok uzağa gitmeyin, ’80 darbesinden sonra, Mamak’ta eziyetin her türlüsünü gören ülkücülerin; devlete bakışlarında sapma/değişim olmamıştır. Hatta kendileri eziyet görürken; devletin, solculara yaptığı eziyeti dahi gerekli görenleri olmuştur. Bıraksan, manyetoyu o çevirecek yani. O derece.
Yeri değil ama: Sivas Katliamına, “şanlı Sivas Kıyamı” diyecek profiller de, Mamak Askeri Cezaevinde yetişmiştir. 
Halbuki devlet; zayıf bir hayvan gibidir, böcek gibidir yani. Hep sürü halinde gezer, hep sürü halinde iş yapar.
Hep gösteriş, ihtişam peşindedir. Bunun nedenlerinden bir kaçı da:  Karşıtlarını korkutmak, sindirmek, vazgeçirmektir.
Doğadaki en zayıf kuş türleri, balıklar, karıncalar, tırtıllar hep sürüdür. Devlet bu nedenle kalabalıktır. Ne kadar zayıf, o kadar sürü hesabı.
Devleti hayvan aleminden ayıran birçok özellik var tabi. Mesela ihtiyacından fazlasını toplar. Biriktirir.
En ufak, bir tutam alacağı için; koskoca, bir demet harcar.
Hükmeder. Emreder. Canı ne isterse onu yapar. Hesap vermez. Vermediği gibi de, hesap sorar. Hep bu usul ve yöntemlerinde yenilik ve eziyet peşindedir.
Devletin fıtratında/doğasında bu vardır. Yoksa sonrasında edinilmiş kötü bir huy değildir.
En demokratik görünümlü devletin sicili de böyledir. Kirlidir. En temiz, en modern sandığınız demokratik devletin sicili, sömürgecilik haltlarıyla kirlidir. Afrika’da yüzbinleri daha dün katletmiştir, bundan milyarların haberi yoktur. Milyonlar da bilir ve umursamaz. 
Devlet; yatay örgütlenirse, şeffaf olursa, denetlenebilirse, ölçümlenebilirse, her şeyi kayıtlıysa, standartları, usulleri belirliyse, adil ve eşit davranıyorsa, pozitif ayrımcılık yapıyorsa, azı, azınlığı koruyorsa, yasaması, yürütmesi, yargısı körler sağırlar birbirini ağırlar modunda değilse: Tadından yenmez. Ama bu saydıklarım ve sayamadıklarım eksildikçe iğrençleşir, rezilleşir. Katil ve alçak olur.
Her devleti kast ediyorum. Kanada’dan, Avusturalya’ya Japonya’dan Şili’ye.
Bırakın devleti ilahlaştırmayı. Devlet sensin. Benim.
Dünkü belediyeci bugünün devlet başkanı oluverir. Bir imam, ülkenin en büyük ar-ge organizasyonunun başına geçiverir. Üniversitede ders veren, nerde yaşadığının idrakinde olamayan, sırça sarayından adım atmamış  bir tip, bakan, başbakan  oluverir.
Soyu sopu deniz görmemiş bakanın oğlu, ülkedeki en büyük 2. deniz taşımacılığı filosuna sahip oluverir. İlahiyat mezunu bir adam bakarsın il emniyet müdürü oluvermiş, imam-hatipli vali ezilir karşısında. İkili sohbette “muhterem” diye hitap eder. 
Devlet, bu. Komik yani. Dökülür. Sıçrayıverir. Terzidir. Söküğünü diktiği eteğin sahibinden dolayı, memleketine gittiğinde kendisine eskort ve koruma ister. Devlet, bu.
Büyütmeyin. Küçümsemeyin. Bir anda devlet oluverirsin. Ama eli, ama kulağı, gözü veya başka bir yeri.
Devlettir.
Senden aldığı vergilerle, senin evine tankla ateş eder. Sınırı kapattım der, çıktığın ülkene geri giremezsin. Kamyonunla kilometrelerce kuyrukta beklersin. 
Sokağa çıkamazsın. Çık der. Çıkanı vurur. Vurur yaralar. Öldüremediyse. Tekrar ateş eder, öldürür. Birkaç aylık bebek olmuşsun, bir ayağı çukurda 80 küsür yaşında bir adam olmuşsun ne fark eder? Yapmadıysa bunları, ispat eder. Katilleri bulur!
Vurur!  Vurmakla kalmaz. Vurdurur da! Adam çıkar, kanınla duş alacağım der.
Devlettir, ne yapsa yeridir. 
Bunları yapabilmesinin tek dayanağı (aslında bahanesi) da:
Askerinin, polisinin, öğretmeninin, savcısının, ailelerinin katledildiğidir. Bu alçakça cinayetleri bir halk mı işliyor? Bir il, ilçe mi işliyor? Bir ırkın tamamı işliyor? Ne istiyorsun milyonlardan? Ne? Ne yaptı bu halk sana?
Terör örgütünden farkın olmasını istiyorsan, katili tespit edersin, yakalarsın, yargına teslim edersin. 
Tespit etmişsin, teslim ol diyorsun, ateşli silahla direniyorsa, yine sağ yakalamaya gayret edersin, son çarede öldürürsün. Son çare. İlk yol’un öldürmek olamaz! Niye? Çünkü sen devletsin.
Terör örgütü olmak istemiyorsan böyle yapmak zorundasın. Yoksa ne farkın kalacak ki; yatağındaki polise, çarşıdaki subaya, işe giden uzman çavuşlara sinsice ateş edenlerden? Gümrük kapısındaki görevlerine servisle gidenleri mayınlı/bombalı tuzakla öldüren pkk terör örgütünden?!
Yok, ramazan ayında gözaltı mı olurmuş? Sahur vaktinde ev araması mı olurmuş? Yok, tutukevi ring aracında Kur'an ve seccadeye izin vermemişler! Nezarethanenin penceresinde cam yokmuş, soğukmuş!
Cezaevi ring aracında yanarak ölen tutuklu ve hükümlüleri biliyor musun? Hiç duydun mu? Belki 1 metre karelik alandasın, yanıyorsun, araç yanıyor. Kül oluyorsun. Mahkemesi devam ediyor. Aç, bul, oku.
Nezaretlerinde kaç kişi öldü bu ülkenin?  Öldürülmediğine şükret!
6638 sayılı yasayla yüzlerce kişiyi zorla emekli ettiler, bir o kadarının unvanlarını alıp, başka kurumlara sürdüler. Ve bu yüzde yüz mağdur edilenler; biliyorlar mı 1402 sayılı yasayı? Çoğu biliyor, evet, doğru. Umursadılar mı? Hiç eleştirdiler mi? Hayır!
Bırakın devleti kutsal görmeyi; bırakın tümden düşman bellemeyi!
Devlet; sensin, benim, o.
Biziz yani.