Bir gün bir günü tutmuyor.

Evet evet…

Bir günümüz bir günümüzü tutmazken, tekdüze hayat beklemek bana göre mantıksız geliyor.

 

Dün havanın yağmurlu, bugün güneşli olması gibi.

 

Yeni tanıştığım kişiler soruyor:

-Kimsin, nesin, ne yer ne içersin, ne iş yaparsın?

 

Yazar-çizerim derim çoğu zaman. Ama ardından en vurucu soru cümlesi gelir;

-Ne hakkında yazarsın?

 

İyi de belli bir kalıp üzerinde, belli bir konu sınırlamasıyla yazılmaz ki! Yazma eylemi bir iç dökümdür. Yer yer bilgi verir- ki bu genelde köşe yazılarında olur-, yer yer de sizi hayal âlemine götürür…

 

Siz hiç nasıl aşık oldun diye bir soru sordunuz mu?

 

Ya da size sordular mı hangi duygu ile aşık oldun diye…

 

İşte aşk ile yazma arasındaki ince, fosforlu çizgi burada. İkisine de nerden geldiği sorulmuyor. Sorulmamalı!

 

İkisi de kendine özgü, başına buyruk…

 

İkisi de bizim ve ikisi de çok sevilir…

 

Bir günün bir günü tutmaması da buradan geliyor. Bana göre tek yön olmamalı. Sadece spor, siyaset, haber, aşk, dram diye türlerimize ayrılamayız. Sanırım çevremizde tutarsız gibi algılanmamızın da bir sebebi bu…

 

Hâlbuki ne çok konular vardır iç içe geçmiş, çözümlenmeyi bekleyen. Bu nedenle her şey yazmadan geçer. Gün günü tutmaz ama yazılabilir.

 

Yağmur yağar.

 

Ardından güneş açar.

 

Yeni yeşillenen ağaç yaprakları gibi kıpır kıpır olur insanın içi…

 

An gelir hüzne dalar çoğu zaman.

 

Tam sol göğsünde bir burukluk hisseder.

 

O an her şey pesimistliğe bürünür gözünde.

 

Ve her şey yazılır. Her duygu, her kelime, her hal ve hareket yazılabilir kılınır. Yazanlar tutarsız mıdır?

 

Hayır!

 

En tutarlı olanlardır…

 

Size göre nedir?