Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de Oruç Reis gemisi ile hidrokarbon arama faaliyetlerine tepki gösterdi, Türkiye'nin bölgede yürüttüğü hidrokarbon arama faaliyetlerinin durdurulmasını istedi ve Türkiye'nin bu adımı karşısında bölgedeki askeri varlıklarını geçici olarak artıracaklarını söyledi.

Macron'un açıklaması hemen sonra "Lafayette" adlı Fransız fırkateyni iki Rafale savaş uçağı eşliğinde Doğu Akdeniz'e gönderildi.

Yunanistan Savunma Bakanlığı kaynakları uçakların ve fırkateynin sabah saatlerinde Girit Adası açıklarına ulaştığını duyurdu.

Macron, 23 Temmuz'da da Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastiades ile Paris'te yaptığı görüşme sonrası da Avrupa Birliği'ne Türkiye'ye Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmaları nedeniyle yaptırım uygulaması çağrısında bulundu. Ama Avrupa Birliği'nden beklediği yaptırım kararı çıkmadı.  

Ayrıca Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan yardımcısı Didier Billion'da, barışçıl bir tavır içerisindeymiş gibi görünüp Türkiye'ye karşı savaş gemileriyle mesaj vermeye çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Macron için "Hata yapıyor" dedi ve Türkiye'nin bulunduğu konumu haklı bulduğunu ifade etti.

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis ise Twitter hesabından Fransızca attığı tweette "Emmanuel Macron Yunanistan'ın gerçek dostu ve Avrupa'nın değerleri ile uluslararası hukukun ateşli savunucusu" dedi.

İşte bu hukukun ateşli savunucusunun ülkesi Fransa ile ülkemiz arasında 1926 yılında bir hukuk savaşı yaşanmıştı.

BOZKURT-LÖTÜS DAVASI

Tarihin tozlu sayfalarını karıştırdığımızda genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının üzerinden henüz 3 yıl geçmeden vatan topraklarını kurtarma ve birçok başarı yanında uluslararası bir mahkemede de Fransa'ya karşı çok önemli bir davayı kazandığını da görürüz.

1926 yılında Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı; İsmet İnönü ise Başbakan ve Mahmut Esat'ta Adalet Bakanıydı.

 Bozkurt, eski bir Rus donanması gemisiydi ve o yıllarda onarılarak ticari işlerde kullanılmaya elverişli hale getirilmiş bir gemiydi. Uzak olmayan limanlar arasında taşımacılık yapıyordu.

2 Ağustos 1926 bir yaz gecesiydi ama gökyüzünde ne ay ve ne de yıldızların ışığı görünmüyordu. Her taraf kapkaraydı. Dalgaların sesleri büyük bir gürültüyle kesildi. Göz gözü görmeyen o karanlıkta Fransız Lotus gemisi gümbürtüyle Bozkurt'a çarptı. Lotus önemli bir yara almamıştı suyun üstündeydi ama Bozkurt kısa sürede suların dibini boylamıştı.

Bu kaza sonucunda gemide çalışan denizci 8 vatan evladını kaybettik. Kurtulan denizcilerimiz Lotus gemisi ile İstanbul'a geldiler. Haklarında dava açılan Bozkurt'un kaptanı ile Fransız gemisi Lotus'un kaptanı tutuklandılar.

Türkiye'nin bir Fransız vatandaşını yargılama ve tutuklama hakkına sahip olmadığı ileri sürülüyor. Fransa, uluslararası sularda yaşanan bu olayda kendi vatandaşını kendisinin yargılayabileceğini savunuyor.

Fransız gemisinin kaptanının tutuklanmasına itiraz eden Fransa, Fransız kaptanın Türkiye tarafından tutuklanmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürdü ve tutukluluğunun kaldırılması ile serbest bırakılmasını istedi. Fransa'ya göre bu olay, neticede uluslararası bir davaya dönüştü ve bu davada Türkiye devletini Mahmut Esat Bey temsil etti.

Bunun üzerine uluslararası davaların görüldüğü Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na başvuruldu. Fransa, Türkiye'nin yaptığı tutuklamanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu öne sürerek açık denizlerde işlenen suçlarda, yalnız geminin bağlı bulunduğu devletin kovuşturma hakkı bulunduğunu savunarak Fransız kaptanı ancak Fransa Devletinin yargı organlarının yargılayabileceğini ileri sürdü.

Uluslararası Adalet Divanı ise böyle bir kuralın var olmadığını ve suçun etkilediği alanının Türk gemisini de kapsaması sebebiyle Türkiye Devleti'nin konuya müdahale etme hakkının bulunduğunu, dolayısıyla somut olayda Fransız kaptan hakkında hukuki işlemler yapan Türkiye'nin uluslararası hukuka aykırı davranmadığına karar verdi.

Karar verilirken Adalet Divanı Üyelerinin oyları da eşit çıkmıştı. Bu durumda divan başkanının oyuna bakılıyordu ve divan başkanının Türkiye lehine oy vermesi neticesinde dava Türkiye lehine sonuçlandı.

 

Türkiye, uluslararası alanda tartışma konusu olan olan ve uluslararası önemi bulunan davayı kazanmıştı. Bu davada çıkan karar tüm devletler için emsal oldu, "Lotus İlkesi" olarak kabul edildi ve 1958 tarihli "Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi'nde "açık denizlerin serbestliği ilkesi" adı altında yer aldı.

Bu dava Türkiye Cumhuriyet'inin uluslararası alanda saygınlığını bir kez daha artırdı.

Mahmut Esat Bey o günleri şöyle anlatıyor:

« Bir gün Atatürk ve İnönü beni nezdlerine çağırdılar. Meseleyi bir daha izah etmemi emrettiler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım:

"Paşam, Lahey Adalet Divanına gidelim, kimin haklı olduğu meydana çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız Devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız, bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürdürmek cesaretini verecektir. Halbuki Lahey Divanı'na gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir."

Bu sözler üzerine Atatürk bana şu şekilde cevap verdi: "Güle güle git kazanacaksın, kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır".»( .  Işıtman, Tarık Ziya, Mahmut Esat Bozkurt Hayati-Şahsiyeti-Eserleri, Güneş Basım ve Yayınevi, İzmir, 1944, s. 19-20)

Türkiye'yi davada temsil eden Mahmut Esat Bey'e de bu dava nedeni ile Atatürk tarafından "Bozkurt" soyadı verildi ve Mahmut Esat Bozkurt ismini aldı.

O kurtuluş ve cumhuriyet ruhunun yaşandığı yıllarda görüldüğü gibi suçlu bir yabancı için devlet ve yargı; büyük devletlerin veya başkanlarının baskılarına tehditlerine de pabuç bırakmıyordu.