Herkese merhaba!  Bugün neler yazsam, neler konuşsak diye o kadar çok düşündüm ki... Sonra çok fazla düşünmenin hiçbir işe yaramayacağını keşfettim. Fazla düşünmek fazladan nefes almak gibi bir şey. Sadece göğsü şişirip size rahatsızlık veriyor. Çözemiyoruz. Dolanan bütün düğümler açılmıyor sonra da mutlu olamıyoruz diye hayıflanıp duruyoruz. Gerçekten ne vardı bu kadar çok düşünecek? Zorla güzellik olmuyordu ki...

Zorla güzellik olsun diye o kadar çok zorladık ki! Bizi anlamak istemeyenlere kendimizi o kadar çok anlatmaya çalıştık, çabaladık, üstüne üstlük sorun bizde gibi davrandık. Aslında sorun hiç bizde olmadı. Şimdiye kadar kendimizi anlatalım diye, yanlış anlaşılmayalım diye, aman karşımızdakiler incinmesin diye o kadar çok kendimizi incittik ve kırdık ki! Sonra sorun gerçekten bizdeymiş gibi oldu. Adına mütevazılık dediğimiz bu davranış biçimi, üstümüze vazife olmayan şeylerin görevimiz haline gelmesine neden oldu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Üzülen, kırılan ve üstüne üstlük özür dileyen taraf biz olduk. Hakkımızı savunamaz olduk. Savunmaya kalktığımızda ise sen böyle değildin diyerek sindirilmeye çalışıldık. Sindik mi belki evet belki hayır. Ne kadar sindiğimizde muamma tabi ki! Belki de sinmeyi kendimiz tercih ettik. Oysa ne demişler biliyor musun güneş kendini değil bizi ısıtıyor. Biz kendimize iyi davranmadığımız için etrafımızdakilere de demek ki iyi davranamadık. Önceliğimiz kendimiz olmadığı için çevremizdekilere de iyi yanlarımızı yansıtamadık.

Önce kendimize nasıl iyi davranacağımızı çözmemiz gerekiyor. Fazla fazla nefes almak yerine yeterli ve dengeli almak gerekiyordu. Kendimize iyi davranmak kendi hakkımızı kendimize vermek demektir.  Aslında bizim temel görevimiz. Çünkü kişinin kendi hakkına fazla girmesi de bir kul hakkı sayılır. Ben hep iyi olayım. Hiç kimseyi kırmadan hayatıma devam edeyim derken aslında istemeyerek kendimize ne kadar çok haksızlık ettiğimizi hiç düşünmeden yaşıyoruz. Bir yere çağırıldın, hemen tamam dedin.  Aslında hiç gitmek istemiyorsun. Neden tamam dedin ki? İstemeyerek gittiğin bir şeyden zevk alabilir misin? İstemeyerek yaptığın bir davranış seni ne kadar mutlu edebilir? Önce bunları düşünmek gerekiyor. Hem de derinlemesine düşünmek gerekiyor ki kendi kendinin kul hakkına girme...

Bu konuştuklarımızı ve benim yazdıklarımı ben ne kadar hayatıma uygulayabiliyorum? Ne kadar doğru ve kaliteli yaşam sürebiliyorum? Ne kadar mutluyum ve huzurluyum? Ne kadar sakin kalabiliyorum olaylar karşısında? Sakinliğimi ne kadar süre koruyabiliyorum? Koruduğum bu sakinliğin yanı sıra bana bu yaşadıklarım neler öğretiyor? Bu yaşadıklarımın hepsi benimle ilgili mi? Bana ait düşünceler mi? Bana ait olmayan düşüncelerin benim hayatıma etkisi ne kadar? Ben bu düşünceleri hayatımda ne kadar tutuyorum? Zamanımı bu yerli yersiz düşüncelerle ne kadar harcıyorum? En önemlisi de kalbimden geliyor mu bunları düşünerek davranışa geçirmek?

Ben son zamanlarda bu sorulara cevap ararken önce kalbimi dinlemeyi öğrendim. Çünkü kalbim bana her zaman en doğrusunu söyledi. Mantığımın kal dediği yerde kalbim git dedi. Kalmanın gerçekten tamamen anlamsız olduğunu öğrendiğim zaman da oralarda hiç kalmadım. Bir yerden sonra kendi hakkıma girmenin hiçbir mantığı yok dedim. Kendimi ezmenin, kendimi yok saymanın, başkaları için yaşıyor olmanın gerçekten bana gram faydası yoktu. Belki mantıklı gelebilir size ama bana çok mantıksız geldi. Çünkü kalbim ne diyorsa onu dinledim ve onun açtığı yolda ilerliyorum şu an. Dedim ya ne kadar mutluyum? Çok mutluyum. Ne kadar huzurluyum? Çok huzurluyum. Ne kadar sakinim? Çok sakinim. Yıllar önce ben aramasam kimse beni aramıyor diye sinirlenirdim mesela. Oysa hayatımıza giren her insanın bir görevi var ve tamamlanınca çıkıp gidiyorlar hayatımızdan. Şimdi anlıyorum da biz de birilerinin hayatına girip çıktıkça olgunlaşıyoruz, büyüyoruz. Daha önceki yazılarımın bir tanesinde "Büyümek istemiyorum annem babam yaşlanır" demiştim. Annem babam yaşlanıyor ve ben de yaşlanıyorum. Ama yaşlanırken saçlarım beyazlıyor diye hayıflanmak yerine ne kadar güzeller diye bakıyorum. Zamanım geçiyor diye hayıflanmak yerine daha neler yapabilirim diye düşünüyorum. Çünkü ben bu dünyaya boşuna gelmiş olamazdım. Hiçbirimiz bu dünyaya boşuna gelmedik. Hepimizin birbirinden öğreneceği o kadar çok şey var ki! Bu kadar düşünmek de bunlardan bir tanesi. O zaman siz de yukarıdaki sorduğum sorulara cevaplar verin bakalım kendinizi ne kadar mutlu ve huzurlu, sakin hissediyorsunuz...

Sonra arkamıza dönüp baktığımızda koca bir ömrü beyhude geçirdik demeyelim. Koca bir ömür diyorum aslında ama göz açıp kapayıncaya kadar günler, haftalar birbirini kovalıyor. Koşar adım geçiyor saatler. Planladığınız çoğu şeyin yarısını dahi yapamadan gün bitiveriyor. O yüzden hayat düşüncelerle geçirmek için çok kısa. Yaşayacağımız, göreceğimiz o kadar güzel şeyler varken itişip kakışmanın hiçbir mantığı ve mazereti yok. Kıskançlıkları, kin tutmanın,  haset etmenin hiçbir mazereti yok. Bugün varız yarın yokuz. Neden kendimizi yıpratarak kul hakkımıza girelim ki?