Benim çocukluğumda (1948-1960 yılları arasında) köyümüzdeki en önemli sorun, çitteki mısır idi. Mısır, bitmek üzereyken sofraya daha az ekmek konulurdu. Atadan kalma verimli topraklara sahip olmamıza rağmen, yine de mısır yetmezdi.

Pazardan alınan buğday ekmeğine HAS EKMEK deniliyordu. Has ekmeği, memurlar ve zenginler yiyebiliyordu. Hasta ziyaretine gidilirken, hediye olarak götürülüyordu. Köylülerin temel yiyeceği mısır ekmeği idi. Yanında pancar çorbası da var ise, köylünün mutluluğuna diyecek yoktu.

Karacaömer’deki Çiftlikte oturuyorum. Fındık toplama hazırlıkları yapılıyor. Sabahları erken kalkıyorum. Fırın arabası geldi, bir torba ekmeği, komşunun bahçesindeki ağaca astı ve gitti. Mısır ekmeği ile büyüyen benim kuşağım, ekonomik mucizelere şahit oluyor.

Aklıma, Fuzuli'nin Bağdat ziyareti geldi.

Fuzuli Bağdat’a gidiyor. Yolda bir adama rastlıyor. Adama ''Bağdat’ta ne var ne yok'' diye soruyor.

Adam ''kumarhane, meyhane, kerhane gibi ne kadar pislik ararsan Bağdat’ta'' diyor.

Fuzuli abdest alan, başka bir adama aynı soruyu soruyor. Abdest alan adam ''mektep-medrese-cami-iman-bilim ve tüm güzellikler Bağdat’ta'' diye cevaplıyor.

Fuzuli Bağdat’a varınca, her iki sonucu da görüyor. Bunun üzerine ''İNSAN DÜNYAYA KENDİ GÖZÜ İLE BAKAR'' mealinde şiir yazıyor.

Ekonomi kötü deniyor. Fakat, has ekmeği fırıncı müşterinin ayağına getiriyor. İşsizlik var deniliyor. Fındık toplama amalesi Gürcistandan geliyor.

İşte size insanoğlu, her şeyi kendi bakış açısından değerlendiriyor.