Türkiye'de ilk Kurum Tarım(Dry Farming) Deneme İstasyonu Eskişehir'de kurulmuştu

Yaklaşık iki ay önce Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen hocamız telefonla aradı. Tarım ve Gıda Etiği Derneği ile Eskişehir’de kuru tarım ile ilgili uluslararası bir sempozyum düzenleyeceklerini söyledi. Konuşmacıları, programı detaylı olarak anlattıktan sonra “bu sempozyumda senden de bir konuşma yapmanı istiyoruz” deyince takvimime bile bakmadan tamam hocam dedim.

Kuru tarım denilince aklıma ilk gelen Ali Numan Kıraç oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim amacıyla Amerika’ya gönderdiği ilk ziraat mühendisi. Türkiye’ye döndükten sonra Eskişehir’de kurduğu Dry Farming (Kuru tarım) Deneme İstasyonu ve sonrasında yapılan başarılı çalışmalarla adeta “Türk Mucizesi” yaratmışlar.

Birkaç gün sonra Ankara Üniversitesi Eski Rektörü ve Ziraat Fakültesi Eski Dekanı Tarım ve Gıda Etiği Derneği Başkanı Prof. Dr. Cemal Taluğ hocamız aradı. Cemal hocamız ile sempozyumun ayrıntılarını konuştuk.

“Kuru Tarım Yeniden Uluslararası Sempozyumu” 19-20 Ekim tarihlerinde Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı(Opera)’nda yapılacak. Bugün başlayacak sempozyumun açılışında Ali Numan Kıraç’ın oğlu İnan Kıraç da konuşacak.

Türkiye’nin yüzde 40’ı yarı kurak

Tarım ve Gıda Etiği Derneği kuru tarımın önemini ve bu sempozyumu neden düzenlediklerini anlatan kapsamlı bir bilgi notu hazırladı. O notlardan bölümler paylaşarak kuru tarımın önemini, geçmişten bugüne yapılan çalışmaları hatırlamakta yarar var.

“Tarım, insanın doğayla ve değerlerle en fazla bütünleşmiş ekonomik faaliyetidir. İklim krizi ve ona eşlik eden diğer krizler tarımın yaşamsal önemini bize yeniden hatırlatmakla kalmadı, insanlığın yeni bir tarıma olan ihtiyacını da açıkça ortaya koydu. Bundan böyle, tarıma yalnız ekonomik ve teknik açıdan bakamayız; onun ekolojik, sosyal ve kültürel boyutlarını görmezden gelemeyiz. İnsanın, toplumun ve doğanın yararına bir yeni tarım düzeninin ana ekseninde bilim ile etik değerler birlikte yer almalıdır.

Ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık yüzde 40’ı yarı-kurak alanlardan oluşmaktadır. Bunun yüzde 60’ı Orta Anadolu’da, kalanı ise Güneydoğu Anadolu ile Kuzey ve Batı Geçit bölgelerinde yer almaktadır. Anadolu’da binlerce yıl önce başlayan tarım, büyük ölçüde yağışa bağımlıydı. Örneğin, Hitit topraklarında ekilen tahılın en az yüzde 80’inin kuru tarımla üretildiği kanısı yaygındır. Çevreleriyle çok uzun etkileşim geçmişine sahip Anadolu toplumları, zamanla yarı-kurak alanlara uygun tarım anlayış ve becerileri geliştirmişler, kuru tarım ile derin tarihsel, teknik ve kültürel bağlantılar kurmuşlardır. Bu birikim zamanla evrilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yöresel bilgiler, tarımsal/kırsal günlük yaşamla ilgili karar verme süreçlerinde bugün de yer yer kullanılmaktadır.

Cumhuriyetin tarımdaki başarı öyküsü

“Hakiki üretici olan köylü efendimizdir” diyen Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti çiftçilerimizin kuru tarım kültürünü bilimsel araştırmalarla bütünleştirmek ve geliştirmek amacıyla 1925 yılında Eskişehir’de Buğday Islah İstasyonu’nu ve ardından 1929 yılında Dryfarming Deneme İstasyonunu kurmuştur.

Ülkemizin kuru tarım konusundaki bilgi ve deneyim birikimi, o yıllarda dekara 60-80 kilo olan buğday verimini günümüzde 300-400 kilo düzeyine çıkartmış. Bu miktar son yıllara kadar artan nüfusun tüketim ihtiyacını karşılamıştır. Bu başarı güngörmüş Anadolu çiftçisinin birikimi ve emeği yanında, tarımsal araştırmacılar tarafından kuraklığa dayanıklı çeşitlerin ve uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi sayesinde elde edilmiştir. Araştırma enstitülerinde yapılan temel araştırmaların, çiftçi şartlarında yürütülen denemelerin, demonstrasyonların, yayım çalışmalarının, Devlet Üretme Çiftlikleri’nde yapılan tohumluk üretme faaliyetlerinin ve teknik elemanların tutkulu çabalarının unutulmaması, ne denli büyük bir mirasa sahip olduğumuzun farkında olunması gerekmektedir.

Kuru tarımın önemi

Kuru tarım; başta halkımızın ana besin kaynağı olan buğdayın ve diğer temel bitkisel ürünlerin üretiminde büyük paya sahibi olmanın yanında; aile çiftçiliğinin korunması, kırsal alanların canlılığını sürdürmesi, kır yoksulluğuyla mücadele gibi açılardan çok değerlidir. Ekolojik değeri ise hiç tartışılamaz. Doğaya saygılı ve doğayla uyumlu bir tarımsal üretim faaliyeti olarak tüm doğal varlıkların korunmasını sağlayan kuru tarım, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabilmemiz açısından da olmazsa olmazdır.

Yarı-kurak alanlarda nadas alanlarının değerlendirilmesi konusunda ülkemizin başarısı büyüktür ve uluslararası üne sahiptir. Araştırmacıların öncülüğünde tasarlanan ve ülkesel buğday üretim düzeyini en azından kendine yeterli durumda tutma ve kuru tarım alanlarından maksimum yararlanma ekseni etrafında geliştirilen Nadas Alanlarını Değerlendirme Projesi (NAD) 1982 yılında uygulamaya konmuştur. On yıl içinde, ülkenin toplam ekim alanlarının 1/3’inde yapılan 14 aylık nadas uygulaması, toplam alanın 1/5’ine kadar azaltılmıştır. Bunun yanı sıra, baklagil üretimi yüzde 125, buğday üretimi yüzde 20, arpa üretimi de yüzde 35 artırılmıştır. Türkiye, o yıllarda baklagil ihracatında dünya lideri konumuna gelmiştir. Ancak, ne yazık ki bu olumlu gelişmeler çeşitli nedenlerle sürdürülememiş olup, ülke günümüzde net baklagil ithalatçısı durumuna gelmiştir.

Suyun verimli kullanılması

Su varlığı ve tüketimine gelince, ülke su varlığımızın yüzde 73’ü tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Buradaki etik olmayan uygulama, yüzey sulama gibi en fazla su kaybına yol açan bir yöntemin hâlâ yüzde 70 oranında uygulanmakta oluşudur. Şimdilerde “su kısıtı olan bir ülke” niteliği taşıyan Türkiye’de tarım sektörü, bu kısıtlı kaynağı en fazla kullanan sektör olmakla kalmamakta, bir de bu suyu verimsiz ve ölçüsüz biçimde tüketmekte, böylece doğal kaynaklara zarar vermektedir, örn. erozyon, tuzlulaşma. Üstelik de hâlâ, daha fazla sulama yatırımının talep edilmesi ve bu konuda vaatler verilmesi sorgulanması gereken ciddi bir etik sorundur. Öte yandan bazı havza su kaynaklarının, başka havzalara tahsis edilmesi de etik açıdan tartışmalı bir konudur. Yapılan çalışmalar 2030’da Türkiye’nin “su sıkıntısı çeken ülke” olacağını göstermektedir. Tehlike kapıdadır.

Toplam tarım alanımızın yüzde 60’ının ekonomik olarak sulanamayacak olmasının yıllardır bilinmesine rağmen, günümüzde “sulama olmazsa tarım yapılamaz, gıda üretilemez” kanı ve algısının yaratılması ve giderek kamuoyunda yaygınlaştırılması, çiftçilerin ve tarım ve su politikalarının yanlış yönlendirilmesine, uygulamada doğal kaynaklara geri dönülemez zararlar verilmesine yol açmaktadır. Bu bilinçsiz talep, nüfusun 85 milyona yaklaştığı, göç ve turizm ile giderek daha da artması beklenen ülkemizde, tarım dışı sektörler için de su sıkıntısı yaratacaktır. Türkiye sektörler arası su dengesini bozacak taleplerle su yönetiminin sürdürülebilir olmadığı bir noktaya doğru hızla sürüklenmektedir.

Günümüzde, ülkeler su kısıtı ve kuraklıkla başedebilmek için, iklime dirençli kuru tarım insiyatifleri ile çiftçilerin uyum kapasitelerinin geliştirilmesi yönünde çaba sarfetmektedir.

Özetle, bugün Eskişehir’de başlayacak ve iki gün sürecek olan “Kuru Tarım Yeniden Uluslararası Sempozyumu” iklim krizinin yarattığı tahribat, su kaynaklarının verimli kullanılması için kuru tarımın öne çıkarılması hedefleniyor. Bu, tarım sektörü için yeni bir başlangıç olabilir.