Sevmediğimizi dile getirdiğimiz, çok kızgın olduğumuz, çoğu kez görmeye bile tahammülümüzün olmadığı bir başkası…
O başkası ki aslında kendimiz;
O başkasında görüp sinirlenip, hatta bazen değiştirmeye çalıştığımız ki kendimizde yana yakıla saklayıp, görmemek için binbir takla attığımız…
Düşünün ki partner ilişkilerinizde “narsist” diye tanımladığınız kişilere çekiliyorsunuz… Ve her seferinde “nereden buldum bu ukala, çok bilmişi?” diyor, ilişkilerde kalmakta zorlanıyorsunuz… Acaba siz kendi içinizde bir parçanız olan narsist tarafınızı ne kadar görüyor, benliğinizde yer almasına ne kadar izin veriyorsunuz? Sizi yaşamda tutan, okumanıza, meslek sahibi olmanıza ve yaşamda var olmanıza yardımcı olan bu tarafınızı ne kadar sahipleniyorsunuz?
Başkasında görüp beğenmediğimiz, aslında kendimizde olan ve var gücümüzle bastırıp görmezden geldiğimizdir. 
Danışanlarımla çalışırken, 27-40 yaş arası yaşamda işi, duruşu, mesleği olan birçok kişinin partner ilişkilerinde zorluklar yaşadığını görüyorum… Çoğunlukla onları hiç “görmeyen”, onlara hiç değer vermeyen, sevmeyen ve saygı duymayan kişilerin karşılarına çıktığından ve kendilerini ne kadar değersiz hissettiklerinden bahsediyorlar. Partnerlerini değiştirmeye çalışıp, kendilerini görünür hale getirmeye çalışırken de bir dolu incinmişlik yaşıyor ve aslında ilişkilere küsüyorlar. Kendilerinin kendilerini ne kadar “gördüklerini”, kendilerinin kendilerini “ne kadar sevdiklerini” sorduğumda ise malesef duyduğum, aslında kendilerini görüp sevmedikleri oluyor. 
Kişi kendini görmezse, başkası görsün ister…
Kişi kendini sevmezse, başkası sevsin ister…