Oturduğu pencerenin kenarında düşünüyordu yaşlı adam…
Onca yaşına rağmen çocukça davranmak, sereserpe yaşamak istiyordu.
Hiç kimseye hesap vermeden,
Kalbine yenik düşmeden durmadan koşmak geliyordu içinden…
 
Doktor sürekli tetkik yapıyordu.
Yağlı yeme sakın kolesterolun çıkar,
Şeker kesinlikle yasak maazallah şeker komasına girersin…
Bir de unutmadan bu ilaçları içeceksin.
Tansiyonuna da dikkat etmelisin amca,
Hadi kal sağlıcakla…
 
Of çekti içinden ölsemde kurtulsam şu baş belası ilaçlardan.
 
Deniz her zamankinden daha hırçındı o gün.
Dalgaların biri henüz kıyıya vurmamışken,
Diğeri yükseliyor,
Gittikçe şiddetleniyordu…
 
Deniz kendini aştıkça yaşlı adamın da düşünceleri aşıyordu kendini…
 
Yalnızlığın bu denli zor olacağını hiç düşünmemişti.
Kara gözlü, kara kaşlı, kara saçlı bir yar sevmişti…
Buğday tenli uzun boylu,
Zayıf mı zayıf, muhteşem denecek kadar güzeldi kadın.
 
Evlenmişlerdi.
Çocukları yoktu .
Kocaman evde bir başlarına yaşayıp giderlerken;
Hastalandı…
Yaşlı adamın sevdiği,
Kara gözlü, kara kaşlı, kara saçlı kadın…
 
Kadın yine de tüm işleri beceriklilikle yapıyor,
Kocasına öyle bir sahip çıkıyordu ki kimseye muhtaç etmiyordu.
 
Ta ki o sonsuz yolculuğa çıkacağı güne kadar!
 
Sanki yaşlı adamın eli kolu kırılmış gibiydi sevdiği ondan gittiğinde…
Yetim kaldı,
Öksüz kaldı…
Şimdi dört duvar arasına sıkışıp kalmanın verdiği yalnızlığın çaresini,
Karşısındaki pencereden seyrettiği denizde arıyordu.
 
Kalkıp koşmak istedi tekrar adam.
Cenaze gününden sonra hiç gidemediği sevdiğine koşmak istedi adam.
Adam adam gibi sevdiğine yalvarmak istedi…
 
Tekerlekli sandalyeye yapışmış olan bacakları izin vermedi…
 
İstiyordu hırçın dalgalar gibi.
Gidecekti.
Tuttu tekerleklerden.
Sürdüğü gib arabayı mezarlığa.
Aldığı nefesi sevdiğinin toprağında verdi…
 
Ama gururlanıyordu adam…
Hiçbir şeyin isteklerine engel olamayacağını öğrenmişti,
Engellerin engel teşkil etmeyeceğini öğrenmişti…