AİHSEP kapsamında içtihatlarla geliştirilen mülkiyet kavramına göre; sözleşmede geçen mal ve mülk kavramından, parasal karşılığı olan herşey anlaşılmalıdır. Bu doğrultuda sadece taşınır, taşınmaz mal değil soyut malvarlığından yani mülkiyetten de söz edilebilmektedir. Yalnızca taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkını barındırmadığı, bunlara ek olarak; Ticaret şirketi ortaklığı/hissesi, Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hakları, Bir İşletmenin Faaliyetinin Devamındaki Hukuki Yarar, Müşteri Çevresi, Alacak Hakkı gibi unsurların da mülkiyet teşkil ettiğini kabul etmek gerekecektir. Kısaca bir mal ya somut olarak mevcut olacak ya da meşru beklenti koşulunu sağlayabilecektir, peki meşru beklenti nedir?

Meşru beklenti bugün olmayıp, hakkın ileride mevcut olacağı konusunda objektif bir değerlendirmeyle kanı oluşturabilen malvarlığıdır. Meşru beklentiyle gelen mülkiyet kavramı, ekonomik gelişimin etkisiyle doğmuştur. Öyle ki: kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeniyle uğranılan gelir kaybı, hisse senedi, zarardan doğan tazminat hakkı, fikri mülkiyet hakkı, müşteri çevresi, içki satma ruhsatı, emekli maaş hakkı, her türlü alacak hakkı vs gibi hususlar mülkiyet olarak kabul edilmektedir. Mülkiyet kavramındaki bu genişleme sanayi devrimiyle üretimin yoğunlaşmasıyla birlikte ticari hayatın form değiştirmesinde gizlidir.

Başlangıçta üretimin tarım ağırlıklı olduğu bir düzen hâkim iken; bugünün mülkiyet kavramından anlaşılması gerekenin maddi kaynaklarla sınırlandırılması oldukça sığ bir düşünce olacaktır. “Klasik mülkiyetin bireye sağlaması beklenen bağımsızlık, güvenlik ve kendine yeterlik yeni ekonomik düzende işe yaramamaktadır. Bu sebeple, yeni ekonomik düzende bu işlevleri görecek yeni bir mülkiyet anlayışına ihtiyaç bulunmaktadır.”

Şöyle ki, bireyin hak ve ödevleri ihtiyaç neticesinde hukuki düzenleme haline getirilir. Dolayısıyla, korunan hak ve menfaatin de bu ölçüde yasal düzenlemenin de hazırlandığı/oluşturulduğu dönemin kavramlarıyla sınırlandırılmaması esastır.