1.1.   Müdahale Kavramı

“Malvarlığı haklarına getirilmiş bir müdahaleden söz edilebilmesi için; öncelikle kişinin malvarlığından elde etmeyi umduğu menfaate dokunan, bundan tamamaen veya kısmen yararlanmasını engelleyen bir durumun bulunması gereklidir. İkinci olarak ise, bu olumsuz durumun ortaya çıkmasına kamusal otoritelerin eylem veya işlemlerin sebep olması gerekir.[1]

Mülkiyetin bir hak olması inancının yeterli görülmeyerek kanununi düzenlemelerler bu hakka koruma sağlanmasında güdülen amaç bu hakka karşı ister devlet ister üçüncü kişilerin olsun herhangi bir müdahalenin engellenebilirliğidir. Bu sebeple, müdahale kavramı çok yönlü olup insanoğlunun mülkiyet hakkı üzerinde sağlayacağı bir menfaat varolduğu sürece çeşitli şekillerde karşımıza çıkacaktır. Müdahale kavramı bakımından ayrım yapılması gerektiren hususlar, müdahalenin kim tarafından gerçekleştirildiği, menfaati hangi ölçüde kısıtlandırdığı ve son olarak hakkın ihlali gündeme geldiyse müdahaleyle orantılı bir tazmin yoluna gidilip gidilmediğinin belirlenmesi esaslarında toplanmıştır.

1.2.   Genel Prensipler

1.2.1.     Mülkiyete Saygı Gösterilmesi İlkesi

 

AİHSEP 1. Maddesi öncelikli olarak “Mülkiyete Saygı Gösterilmesi İlkesini” benimser. Bu ilkeyi kişinin mülkiyet hakkından yoksun bırakılması müdahalesini meşru kılabilecek hallerin izlediği, ardından malların kullanımını düzenleme şeklindeki müdahalenin hangi şartlarda mümkün olabileceği takip etmektedir.

“Mülkiyete Saygı Gösterilmesi” ilkesinden hem devlet hem de üçüncü kişiler, bireyin mülkiyet hakkına saygı gösterme yükümlülüğü altında olduğu anlaşılmalıdır. Yani, devletin de en az üçüncü kişiler kadar bireyin mülkiyetine herhangi bir haksız müdahalede bulunamayacağı öngörülmüştür. Böylelikle, birçok konuda otoriter devlet de bireyin hak ve özgürlüğü niteliğindeki mülkiyet hakkına karşı sınırlandırılmıştır.

Tüm bu sınırlama çerçevesinde devlete yüklenen görev sadece müdahalede bulunmama, bulunulması halinde engel olunması değil aynı zamanda gerek hukuki gerekse uygulama anlamında ciddi tedbirler alabilmesdir.

Sözleşme maddesi devlete iki yönlü koruma görevi yüklemektedir. Bunlardan ilki, devlet bireyin mülkiyetine haksız müdahalede bulunamaz, ikincisi ise devlet bireyin mülkiyetini üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı da koruması gerekir.

1.2.2.     Müdahalenin, Amacı Doğrultusunda Meşru Sayılması Prensibi

Ek Protokol 1. Maddenin 2. Fıkrasının uygulama alanında; mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin öncelikli olarak amacına bakılmasını şart koşar. Böylelikle devletlerin malvarlığına müdahalelerinin belli hallerde meşruluğu kabul edilir.

Mahkeme içtihatlarına bakıldığında; taşınmaz inşaatı yasakları, izin ve ruhsat, vergi ve para cezalarının ödenmesi, kamu gelirlerinin ödenmesi, suçla mücadele kapsamında suça konu malın zoralımı, genel ahlaka aykırı bulunan yayının toplatılması gibi konulardan kaynaklı değerlendirmelerde hükmün 2. fıkrasının uygulama alanı bulduğu gözlemlenmektedir.

1.3.   Mülkiyet Hakkının Sınırlandırılabilirliği

Mülkiyet hakkı “Kamu Yararı” veya “Yasada Öngörülen Hallerin Gerektirmesi Durumunda” sadece “Uluslararası Hukukun Genel İlkelerine Uygun Olarak” kısıtlanabilir.

“Mülkiyet hakkı mutlak, dokunulmaz, sınırlanmaz bir hak değildir. Devletler, kamu yararının gerektirdiği hallerde ve yasayla belirlenen şartlar çerçevesinde kişileri mülkiyet hakkından yoksun bırakılabilir veya malın kullanılmasını, maldan yararlanmayı belli bir düzenlemeye bağlayabilirler… Devletlerin, kişilerin mülkiyet hakkına müdahale edebilmesinin, kişiyi malından yoksun bırakabilmesinin veya malın kullanılmasını belli kurallara bağlayabilmesinin öncelikli şartı ise KAMU YARARIDIR.”

Ancak, “Kamu Yararı” çok geniş bir ifadedir. Devletler ulusal yargılarıyla kamu yararından anlaşılması gerekeni belirleyebilir. “AİHM, ulusal organlara geniş bir takdir yetkisi tanımıştır. Kendisini ulusal organların yerine koyarak, onlar adına karar verme konumunda görmemiştir.”  Bir diğer deyişle, ortak kavramsal içtihat geliştirme prensibi “kamu yararı” ifadesinde uygulanmamış, devletler kamu yararı ölçütünü belirlemede ulusal hukuk düzenlerine tabi kalmışlardır. Ancak bu seferde, bireye tanınan ve korunan mülkiyet hakkının bir nevi Devlet tarafından kısıtlanması hali gündeme gelmiştir. Bu konuda Gemalmaz’ın yorumu “Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasında daha doğrusu bir kişinin mülkiyet hakkından yoksun bırakılmasında rol oynayan bir meşru amaç klozudur. Strazbourg organları, bu klozu otonom kılmakla aslında mülkiyet hakkının sınırlanma alanını genişletmiş olmaktaydı." şeklindedir.  Dolayısıyla, kamu yararı kavramı tanımı yapılmayarak aslında ulusal hukukun takdir hakkı büyük ölçüde genişletilmiştir.

Anayasada “Temel Hak Ve Özgürlük”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ise “İnsan Hakkı” olma niteliğine haiz mülkiyet hakkının kamu yararı gibi soyut bir ifade üzerinden kısıtlanabilirliği bu hakkın ne ölçüde kullanılacağı sorunsalını doğurmaktadır. Öncesinde hak olarak bahşedilen bir kavramın, bir sonraki satırla devlet tarafından kısıtlanabilirliğinden söz edilmesi aslında bu hakkın gerçekte var olup olmadığı şüphesini uyandırmaktadır. Ancak bu duruma ilişkin tedbir geliştirilerek; “Kanuna Ve Uluslararası Hukukun Genel İlkerine Uygun Olarak Kısıtlanabilir” ifadesi ile devletin sınırlama yetkisi açık hale getirilmiştir.

Özetle, bu hal şu durumu yaratmaktadır ki: Mülkiyet Hakkının sınırı vardır; hakkın sınırı olduğu gibi, sınırlamanın da sınırı vardır.