“İçimden geldiğince” diye başlamak istiyorum. İçim dışım bir olsun isterim, yaşadıklarımın en ince ayrıntısından ders çıkartıp, tüm insanlığın yüreğine sermek dilerim derken, kendimi kaybettim.
Zor benim bulunduğum yerlerde yaşamak.Zor dilediğin gibi konuşmak,istediğin şeylere ulaşmak.Babamın ‘75 yılında binbir zahmet,girişim ve destekle yaptırdığı evde uzun yıllar oturmak,acıyı bal eyleyip,diken üzerine yatmak.Her gün o evden çıkmak ve kapı komşumuz olan kendisini bilmezin küfür işitmek. Elikolu bağlıydı o zamanlar babamın, annemin. Çünkü,umutları olan ben savcı beyin emri üzerine içeri alınmış,sorgulanmış ve bir daha ne zaman gün yüzüne çıkarım diyemeden bir Erol Tut sanığı olu vermiştim. Erol Tut 3.ordu Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesince davamız olarak gösterilen yöremizdeki mücadelemiz üzerine kezzap suyu dökmek için atanmıştı.Sanık olması gerekenleri kendisi belirliyor, kendisince dava açıyor, sorgulatıyor, yargılanmanın yolunu oluşturmakta hüner sahibiydi. İlk duruşmaya çıkartıldığımız bir güz ayında Mahkeme başkanı açıkça seslenmişti “Mahkememizi fazla oyalamayın bu dava dan idam, ağırlaştırılmış cezalar çıkacak” dediğinden sonra ,bizler bir süre kimlik tespitiyle kendimizi oyalattık, iddianame ve bireysel savunmalar,tanık ve delil değişimleriyle de dava sonucu uzadı ve uzattırdık. Açlık grevleri,isyanlar,cezaevleri değişimleri ve nice direnişlerimiz ile bir dahilik oluşturduk.Ama,babam ve Annemin küfür çetesi halen ayaktaydı. Babamın sözüyle de “Kötülere bir şey olmuyordu”... Kötü ve güzel hiç bir zaman anlaşamadıklarını yaşam öğretti,ezberletti ve delilleriyle üstümüze yorgan olarak örtüldü.
Konumuz bunlar değildi elbet.İçim ve dışım bir olacak ise, yazmak ve dillendirmek, söylemek ve çağırmak çok eski zaman diliyle kavgaya hazır görülmek,ötekileştirilmek,itilmek,yok sayılmak için bir nedendi, öyle olunca da; Kalem bir savaşım aracı,dil savaşın nedeni olagelmiştir. Zor ve kazanmak,ayni dili ,ayni türküyü,ayni şiiri bir ağızdan söylemek.Ayni kazanda etinin kaynaması,ayni tencereden çala kaşık yemek yemek. Derin söylemlerde bulunmak,ağır tartışmalar içerisinde yerini almak. Zor ve çaresiz kalmadan diklenmek,onurla ayağa kalkmak ve ezilmek. İşte yaşamın kendi adı olmak. Meydan ve alanlarda sesi gür,bıyıkları gür ve dili sivri olan bir arkadaşımız ele geçirildiğinde sorgucuları onun ağzına kızdırılmış yağ döktüler,ses tellerini tahriş ettiler ve bir daha hiç sesi çıkmadı,hırıltılı sesiyle türküsünü söyledi,şiirler yazdı-okudu,savunmasını hazırladı, kağıttan verdi,duruşunu bozmadı ve cezan bitti denildiğinde,Ülkesinden uzakta kanser denilen hastalığın ucundan geçerek sevdiği “İp” e boynunu uzattı. Deniz’i Hüseyin’i,Yusuf’u gözlerinde yaşattı.Şili diyarında ,Gitarıyla melodi yaratan , diliyle Vercelamos çığlığını basmasını bilen,tırnak,parmakları kesildiği halde stadı inleten o güzel insan öldürüldüğüne inandınız mı..? Vercelemos söylenmeye devam etmiyor mu..? Güney Afrika zindanlarında çeyrek asrı aşan biçim ile yaşayan Nelson Mendala yalnız politik düşüncelerinin yanında şiirlerinden dolayı da yatırıldı.Nazım Hikmet’te öyle...Başı taşla ezilen Sebahattin Ali;Yılmaz Güney eserlerinin yüzünden erken terk ettirildi Vatanı.Ahmet kaya türkülerin esiri oldu,insanı sevdi,yine insanların iktidarı olan cellatlar yüzünden gurbette öl(dürül)dü.Namık Kemal’e ne demeli,Osmanlı saltanatını salladı.Şiirleriyle,Tiyatro yapıtlarıyla sürgünlere yollandı.”Ben bir dürrü tanesiyim benim dürrüm deliksizdir” mısralarına cevap yazdı.”onun bende zımbası var,kemik değil sinirden ” sözleriyle de mizah yönünü verdi.Sürgünlere yollandı,hayatı acıyla yaşadı.Nesim’i ve Pir Sultan’ın çilesi hep yapıtları yüzünden olmadı mı? Yine Afrikalı Kenyalı Ngugi Wa Thiong’u kapatıldığı cezaevinde eserlerini tuvalet kağıdına yazdı.İRA direnişcisi Baby Sandy mesajlarını tuvalet kağıdı üzerinden iletti.Eski zamanlarda Trakyalı Orfeus, şiir ve şarkılarıyla tanrıları rahatsız ettiği için uzuvları parçalanarak uzak diyarlara atıldı,yine de şarkı ve şiirlerini söylemeyi sürdürdü. Baldıran zehiri içenler,asılan,kazığa geçirilen,dili kesilen,boynu vurulan, sürgünler, mapus ve işkenceler ile geçen yaşamlar.Ve Resul Hamzatov, "Benim Dağıstanlım” eserinde anlattığına göre,Şiir,şarkı söylemesin diye bir ozanın ağzını dikerek cezalandırıldığını dile getirir.
Yine yağlı ballı börek biçimine yaşayan , şair, yazar, şarkıcı, romancı, siyasetçi ve adının önüne ne getirileceğini yöneticilerin inisiyatifine bırakmış niceleri vardır.Lüks oteller,güzel şehirler,diplomatik mevkiler,olgun maaş ile emekli geçirilecek yaşamlar...Beğen ve seç denildiğindeyse; boğazım yandı feryadını aldım. İçimden o geldi,onu yazdım,onu söyledim. Boğazım düğümlendi.İşte,yaşam bu dedim...Ya, Siz..?