BİRGün gazetesinde 12 Şubat 2015 Perşembe günü uzun bir söyleşi yayınlandı. Tam sayfa tahsis edilmişti. Buna rağmen, tamamını okumak isteyenlere de www.birgun.net adresi veriliyordu.

Söyleşi, Berkant Gültekin’e (@bgultekin_ ) ait. Elbette doğru sorular sormuş. Söyleşiyi yapacak kişiyi seçimi ve zamanlaması da harika. En azından benim için öyle. Olanları daha iyi kavramama, söylemimi daha bilimsele taşımama vesile oldu. Teşekkür ediyorum.

Soruların sorulduğu kişi: Cem Eroğul. Profesör Doktor. Sahası Anayasa Hukuku.

Her ikisine de teşekkür ediyor, anladığım şekliyle ve yer yer kendi cümlelerimle, söyleşiyi özetliyorum:

Bazı partilerin amacı sadece iktidara gelmek değildir. Uzun vadede düzeni değiştirmektir.

Devlette/düzende “dincileşme “ başlamıştır. Demokrasiyle birlikte, devlet de eritilmektedir. Unutmayalım ki bu devlet de; egemen sınıfın, bir aracıdır.

Cumhuriyet devletinin en temel kurumları, bazen kanunî düzenleme dahi yapılmadan ortadan kaldırılmaktadır. Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu artık yok mesela. Yargı, iktidardan bağımsız olma özelliğini yitirdi artık. Örnekleri arttırmak mümkün. İktidardan ayrı, gerektiğinde iktidarı da frenleyebilecek bir devlet gücü kalmamıştır.

İktidar, iktidarını “emperyalizmle tam bir uyum içinde olmaya” borçludur. Bu uyum, iktidardakilerin mazisine zıt bir durumdur. Obama’nın seçilir seçilmez, Hillary Clinton’ı Türkiye’ye yollaması, ardından kendisinin gelmesi ve TBMM’de konuşması çok çok önemlidir.

Uyumun bir başkası da, büyük burjuvaziyledir.

Ancak dünyada, 500 yıldır çarkını döndüren kapitalizmin nefesi tükenmiştir.

Üretim güçlerinin eriştiği verimlilik düzeyi, yedi milyarımızın da asgari ihtiyaçlarını karşılayabilecek performanstadır. Kâr etme dürtüsünü kullanarak, işçi emek gücünden artı değer elde etmeğe gerek kalmadı. Kapitalizmin nesnel dayanağı artık yok. İnsanlık üzerine düşeni yapmazsa, yani kapitalizmi alaşağı etmezse, barbarlık ve faşizme gebeyiz demektir. Bu durumla ilintili olan bir şey daha var, o da: devletin temel işlevi de bitecektir. Bu elbette kapitalizmin ortadan kalkmasıyla olacaktır.

Gelelim başkanlık sistemi isteklerine; aslında istenilen başkanlık değil, yarı başkanlık sistemidir. Fransa’nın icadıdır. Başbakanlı bu sistem, daha başkancıdır ve başkana daha fazla dayanır.

ABD’deki başkanlık sisteminde, inanılmaz denge-fren sistemi ve ileri derecede federalizm vardır. Yasama karşısında başkanın gücü, hemen hemen sıfırdır. Meclisin seçimine, yenilenmesine karışamaz. Kanun tasarısı bile sunamaz meclise. Yürütme karşısında yasamanın güçlü olması, aynı şekilde yargıda da geçerlidir. Adalet Bakanı başkan hakkında soruşturma açabilir. Bill Clinton’un başına bu gelmiştir.

Bizde bahsedilen başkanlık sistemiyle, örneklerdeki başkanlık sisteminin alâkası yoktur. Ama Putin’in yarı başkanlık sistemine de, pek âlâ benzemektedir.

Bugün bize sunulan rejim önerisi, tam da ikinci meşrutiyet öncesindeki gibidir. Çok sert ve güçlü bir istibdat rejimi vardır o güne kadar. Güç padişahtadır, yürütmeden asla hesap sorulamamaktadır. İkinci meşrutiyetle durum tersine dönmüştür. Artık meclis yürütmeye hesap sorabilecektir. İşte tam da bu noktada istenilen, ikinci meşrutiyet öncesine dönme isteğidir. Ve bunun da diktatörlükten farkı yoktur!

Burjuva demokratik devrimi, ikinci meşrutiyetle başlamıştır. Bu tespit bizlere ait değildir. Patenti Lenin’dedir. Devrim, Mustafa Kemal’le sürmüş ve 27 Mayıs’la da son nokta konulmuştur.

Şu an bazı yasalar uygulanmıyor. Akıl almaz şeyler oluyor. Yasa tanımazlık sıradanlaştı. Ama, sistem bu şekilde devam edemez.

Demokrasi sindirilememiştir; bu nedenle de Kürt sorununun çözülme ihtimali zayıftır.

İç güvenlik yasa tasarısı meclis gündemine gelirse; muhalefet de meclisi terk etmelidir. Zaten milletvekili genel seçimlerine ne kaldı ki? Hiç bir şey kaybetmez, aksine ses getiren bir şey yapmış olursunuz.

Türkiye demokrasisinin de parlamenter düzen geleneği vardır ve bundan vazgeçilmemelidir.