“Rezzak-ı Alem rızkı dilediğine genişletir, dilediğine de daraltır.” (Sebe/36)  

 *                                               
                                                                                                                                      
Yoksul köylü ölmüştü, gözlerini açınca Cennetin kapısında buldu kendini.                                                                      

Bir de zengin adam bekliyordu sırada.                                                                                                                                 

Bir melek geldi, açtı Cennetin kapısını altın anahtarıyla.                                                                                             

Önce zengin girdi içeri, bir bando sesi duyuldu ansızın kapının arkasından.                                                        

Marşlar çalındı, şarkılar söylendi, sevinç çığlıkları attı Cennettekiler.                                                                        

Kapı yine açıldı, sesler kesilince, köylü içeri girdi.                                                                                                              

Bir melek karşıladı onu:                                                                                                                                                    

- Hoş geldin köylü kardeş, dedi sadece.                                                                                                                             

- Hani, nerede bando? Neden söylenmiyor marşlar? Kimse neden dans etmiyor, ne biçim iş bu? diye bağırdı köylü. Zengin adam girince içeriye çalgılar çalarak karşıladınız onu. Ben yoksulum gerçi, ama dünyada kalmadı mı yoksulluğum?

Herkes eşit değil midir Cennette?     
                                                                                                                           
-Eşittir, dedi melek. Zengin de bir bizim için, yoksul da. Yalnız unutma köylü kardeş, her gün yüzlerce yoksul gelir Cennete, ama zengin dediğin yüz yılda bir gelir…    
                                                                                                                                                                       *                                                                                                                                                                                    
Şu eski yeşilçam filmleri yok mu!  İyi kalpli fakir genç ile kızını ona vermek istemeyen çatık kaşlı, asabi fabrikatörün olduğu. Hepsinin de ortak yanı seyircide zengine karşı bir nefret ve öfke duygusu beslemesiydi. Bu filmlerin toplumda bilinçaltına gömdüğü “zenginlik eşittir kötü insan” mesajı etrafta kim köşeyi dönmeye kalksa ona karşı bir ön yargı oluşturdu. Oysa zenginlik kötü bir iş değildir hatta Cennet’e gitmeye vesiledir eğer hayır ve hasenat yapıyorsa. Din-i İslam’a hizmet için servetini feda eden                        

Hz. Osman, Hz. Hatice, Hz. İmamı Azam enfes örneklerdendir. Zengin olan herkes azmaz, fakat çok kimse azdığı için Kur’an’da Karun kıssasında, onun servetine imrenenlere, zenginlik yerine iman ve salih ameli arzulamaları ikaz edilmektedir. Hz. Musa (s.a.) döneminde yaşayan Karun’un serveti, kibre, gösterişe, taşkınlığa düşüren; ölümü ve ahireti unutturan bir zenginlikti. Sakındırıldığımız şey esas itibariyle zenginlik değil Karun’laşmaktır. Çünkü servetin batırdığı insan sayısı kurtardığından fazladır.  Mal imtihan için vardır. (Ali İmrân/186) Mal herkesi azdırsaydı, El-Ganiyy ve El-Muğnî, İbrâhim (a.s.), Süleyman (a.s.) ve nice sâlih zatları zengin etmezdi.

Kamil bir zat’a sorarlar:     
                                                                                                                                                                

- Efendi, bunca hayır hasenat yaparken hiç gurura kapıldığınız olur mu?  
                                                                                                                                                
- O nasıl söz, der hiç aşçının elindeki kepçe, insanları doyuruyorum diye gurura kapılır mı?                       

Ben bir kepçeyim, Cenâb-ı Hakk ihsanını kullarına benimle dağıtıyor! Hoş bir benzetme.

Allah (cc):“Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız” (Şura/23) buyuruyor.  Sahip olduklarımız gerçekte bize ait değil. İyiliğe vesile olmak bir şereftir, insan bu ikramı veren Rabb’e şükretmeli! Elbette, müslüman zengin ve güçlü olmalı ki; düşmanın şerrinden emin olsun. Tabi ki unutmamak gerekir, “fakr ve gınâ” birer imtihan hali’dir.  Bu ikisi bizatihi ne bütünüyle hayır, ne de şerdir. Kaldı ki zenginlik bir itibar veya üstünlük sebebi de değildir. Üstünlük takva iledir. Dünyanın en ‘’fakir’’ insanı paradan başka bir şeyi olmayandır. Para, açlığı giderir, mutsuzluğu değil. Yemek, mideyi doyurur, ruhu değil. Şiddetle arzulanan zenginliğin nice zenginlerin gönlünü daralttığı, nasıl huzursuz ettiği ortada. Diş ağrısı çekenler, dişleri sağlam olanları; yoksulluk çekenler parası bol olanı mutlu sanır. Ayakkabı dar olunca gezdiğiniz yerlerin manzaralı olması ne işe yarar? El-Netice; Mal, kılıç gibidir, kullanmasını bilmeyen, kendisini keser. Para ya iyi bir uşak, ya da kötü bir efendidir.
                                                                                                                                                                          *                                                                                                                                                                                    
Berhudâr olun efendim…