İlginç bir ekonomiye sahibiz. Ekonomide kriz beklentisi var iken, 2017 yılı ilk çeyreğinde ekonomik büyüme oranımız yüzde 5 olarak hesap ediliyor. Daha da ilginci Uluslar Arası Derecelendirme Kurumu Fitch'den geliyor. Fitch 2017 yılında Türkiye'nin yüzde 4,7 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor.
Büyümenin gerisinde "sıkı para politikası" yatıyor. Gelişmiş ekonomilerde "sıkı para politikası" büyümeye engel teşkil ederken, Türkiye'de neden büyümenin itici gücü haline dönüşüyor?
Ekonomik koşullardaki farklılık, farklı sonuçlar getiriyor. Gelişmiş ekonomiler sermaye temerküzü yoluyla büyümenin sınırına vardılar. Daha fazla sermaye ile Batı ekonomileri büyümüyor. Türkiye'de ise sermaye birikimi yoluyla büyüme devam ediyor.
Merkez Bankası yıl başından beri reel faizleri pozitif tutma başarısı gösterdi. Geç Likidite Penceresi faiz uygulamaları sayesinde ortaya çıkan pozitif faizden ülke ekonomisi istifade etti. Etmeye de devam ediyor.
Pozitif faiz sermaye girişini hızlandırıyor. Daha fazla sermaye girişi ekonomik büyümeye ivme kazandırıyor. Son 5 aydan beri Hükümetin "faiz sendromunu" aştığı görülüyor. Hükümet "faizleri düşük tutarak, yatırımları artırma" peşindeydi. Halbuki, yeterli sermaye yok ise faizler düşürmek yatırımları mevcut sermaye stoku ile sınırlıyordu.
Bu paradoksu yıllarca yazdık söyledik. Nihayet Hükümetin aklı başına geldi. Libor üzerindeki pozitif faiz farkı, sermaye girişini artırıyor. Bu sayede bekleyen yatırım ve tüketim harcamaları sistemi harekete geçiriyor ve ekonomik büyüme hız kazanıyor.
Zamanında alınan başka bir tedbir daha var. Tahsili zora girmiş banka alacaklarının "Varlık Fonuna" devredilmesi, bankacılık sektörünün krize girmesini önledi. Pozitif reel faiz uygulamaları, tasarrufların yönünü TL'ye çevirmeye başladı. Bankaların likidite sorunları çözüldü.
Ekonomik büyüme oranındaki yüzde 5 gibi yüksek bir rakam en kötünün geride kaldığını gösteriyor.