Sene 1967. Ordu Ticaret Lisesini bitirdim. Benim için okuma dönemi kapanmıştı. Bankaya memur olarak girecek ve aileme yük olmayacaktım.

Enis hoca babamı çağırmış. “Şinasi okulu birincilikle bitirdi. Çalışkan ve zeki bir talebe, onu yüksek okula gönder” demiş. Babam, ikna olmuş.

O zamanlar, Ticaret Lisesi mezunları sadece İktisadi Ticari İlimler Akademisine gidebiliyordu. Yüksek okul imtihanları, Akademide yapılıyordu.

İmtihanı kazandım ve kaydımı yaptırdım. Fakat kalacak yer sorunu var. Kuştepe’de üç arkadaş bir oda ev tuttuk. Evin etrafında Romanlar yaşıyor. Sabaha kadar saz çalıp, oyun oynuyorlar. Uyumak mümkün değil. Mecburen okulun gece bölümüne devam ediyorum.

Gündüzleri zamanım bol iş aramaya başladım. Bulamadım. İş aradığımı bilen bir arkadaşım vardı. “Gel seninle Almanyaya gidelim” dedi. Fikir cazip geldi.

“Nasıl gideceğiz” diye sordum. “Kolay” dedi. “Tophanede, sağlık muayenesine giriyorsun, muayene kağıdını götürüp pasaport alıyorsun, bilet hazır, Sirkecide trene biniyorsun…”

Başka arkadaşlar da var. Karar verdik. Almanyaya gideceğiz. Tophanedeki, Alman işçi bulma kurumuna gittik. Tıbbi muayene bekliyoruz. Alman dooktor, her şeye bakıyor. Dişleri dahi kontrol ediyor. Tam bir esir muamelesi görüyoruz.

Muayenden sonra ilk benim ismim okundu. Doktor bana “senin ciğerlerinde sorun var” diyerek, kırmızı işareti koydu. Diğer arkadaşlar sağlıklı çıktılar ve Almanyaya gittiler. Ben gidemedim.

Gidemediğime çok üzülmüştüm. Üzülmem gerekenin, ciğerlerim olduğunu umursamadım. Ama, çocukluğumda zaturre geçirmenin sorunları bir türlü yakamı bırakmadı. Bırakmıyor.