1.2.Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet hakkının ne olduğunun anlaşılabilmesi için, öncelikle mülkiyet kavramını tanımlamak gerekir. Ancak, mülkiyet iç hukukumuzda tanımlanmamıştır. Gerek Anayasa gerekse Medeni Kanunda yer alan böyle bir tanımlamadan söz etmek mümkün değildir. Ancak; Medeni Kanun 683. Madde bu hakkın içeriğini “Bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.” şeklinde belirlemiştir.

Mülkiyet “eşya üzerindeki en geniş yetki sağlayan ayni hak” olarak tanımlanabilir.[1] Bu ayni hakla birlikte, malik sahip olunan şey üzerinde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma konusunda hak sahibi olur.

Mülkiyet hakkının kime ait olması gerektiği hususunda bir takım anlayışlar geliştirilmiştir. Bunlar; Klasik Mülkiyet Anlayışı, Sosyal Devlet Anlayışı ve Karma Mülkiyet Anlayışı olmakla sınırlıdır. Klasik Mülkiyet Anlayışı, bireylerin özel mülkiyetinin mutlak ve dokunulmaz sayıldığı görüşüne hâkimdir. Sosyal Devlet Anlayışı Sosyalist devlet esasından temelini alarak mülkiyetten herkesin yararlandırılması görüşünü kabul eder. Karma Devlet Anlayışı, Bireye mülkiyet hakkının tanır ancak bunu belirli koşullarda sosyal devlet anlayışına uyum sağlayarak kısıtlar.

Modern toplumda ekonomik gelişimle birlikte mülkiyet kavramı da paralel olarak değişiklik göstermiştir. Fransız düşünür Duguit “Mülkiyetin, bütün diğer hukuk kurumları gibi ekonomik ihti­yaçlara cevap vermek amacını taşıdığı ve ekonomik ihtiyaçların değişmesi ve gelişmesiyle birlikte mülkiyetin değişip, gelişeceği fik­rini benimsemiştir.”[2] Bu esasla, mülkiyetle ifade edilen malvarlıkları gelişim göstermektedir.