Aylardan hangi ay, mevsimlerden hangi mevsim, günlerden hangi gündü bilemiyorum. Tek bildiğim şey elime bir kalem, bir kâğıt almıştım. Hayal meyal hatırlıyorum. Kitap sevgisinden midir nedir anlamadığım bir şey vardı: yazmak isteği!

 

Yazmak nasıl bir duygu? Yazarlar nasıl yaşar? Ne yer ne içer? Her şeyi, yazarlar hakkında her şeyi bilmek istiyordum. Ve çocukken merak ettiğim diğer bir konu da, mavi gözlüler bizi mavi mi görüyordu?

 

Kâğıdın bir ucundan karalamaya başladım. Kim demiş şiirler hep dörtlük olacak diye? Alabildiğine serbest ölçülü, alabildiğine özgürdü kalemim. Kelimeleri sıraya koymaya başladım. Harfler dans ediyordu. O an sanki bambaşka bir dünyaya adım atmıştım. O günden sonra her şey bana daha da farklı gelecek gibi düşünüyordum.

 

Sonra hiç durmadım. Yazdıkça yazdım, yazdıkça çoğaldım. İnsan olmayı öğrendim, kendime yeni arkadaşlar, yeni dostlar buldum. Her okuduğum kitap bir akraba, her şiir bir aşk, her kelime sevgili ve her harf bir nefes oldu.

 

Diyorum ya!

Yazdıkça yazdım, yazdıkça çoğaldım ben…

 

“Ne yazarsın?”

Hep ne yazarsın dediler. Sordukları sorunun saçmalığının farkında olmadan. Ne yazdım ve ne yazarım ki ben? Şiir yazıyorum dediğinizde neredeyse aşağılanırsınız. “Kim okuyor, basılmaz ki şiir kitabı, ne şiiri, aşk mı?”

 

Deneme desem; neyi deniyorsun diye saçma cevaplara maruz kaldım. Öykü desem; hayal dünyasında mı yaşıyorsun dediler. Roman diye de ben demedim. Her şeyi dedim. Ben yazıyorum dedim. Sadece yazıyordum ben.

 

Ve edebiyat hocalarım bırakma dediler. Asla bırakma! Ve ben tuttum bırakmadım. Şimdi buradayım.

 

Genç yazar henüz yolun başlarındaydı ve onu neler bekliyordu bilmiyordu. Son sözlerini söyledikten sonra onu dinleyen seyircilere anlamlıca baktı. Kürsüden inmeden önce elinde tuttuğu ödülünü kaldırdı ve ekledi:

 

-Ben yazdım, yazdıkça çoğaldım.